Hudson Nehri’nin ağzında bulunan Ellis Adası, sadece New York City’nin değil; bir göçmen ülkesi olan ABD’nin de giriş kapısı. Bir zamanlar Avrupa’dan gelen milyonlarca göçmenin heyecanlı macerası bu adada başlıyor, gemiler gerekli kontrollerin yapılması için yüzlerce göçmeni bu adada indiriyordu.

Ellis Adası’na inen göçmenler sağlık muayenesinden geçiyor
Fakat 105 yıl önce bir Aralık gecesi 04.00’te Ellis Adası’na Amerika’nın resmi hikayesini ters yüz edercesine ABD’ye gelen değil, ABD’den sınır dışı edilen göçmenleri taşıyan bir gemi yanaşmıştı: USAT Buford. Buford tipik bir Amerikan askeri gemisi olmasına rağmen kamuoyunca “The Soviet Arc” (Sovyet gemisi) olarak adlandırılmıştı.

Zira 21 Aralık 1919 gecesi, 249 Rus göçmeni anarşist veya komünist oldukları gerekçesiyle elleri ve ayakları zincirlenmiş bir şekilde sıraya dizilmiş ve Rusya’ya toplu bir şekilde sınır dışı edilmek için Buford gemisine bindirilmişti. Sabahın 4’ünde Kongre üyelerinin, bakanların adaya kurulan özel protokolden heyecanla izlediği bu toplu sınır dışı işlemi, Çarlık Rusyası’nı yıkan Bolşevik Devrimi’nin ABD’ye yayılmasından korkan antikomünistlerin başlattığı “kızıl avın” görkemli bir gözdağı şöleniydi.

13 Aralık 1919 tarihli New York Times’ın manşeti: “Yüzlerce kızıl Rusya’ya giden ‘Sovyet gemisine’ bindirildi”
Bu şölenin baş mimarı Wilson hükümetinin Adalet Bakanı Demokrat Partili Mitchell Palmer’dı. Gözü zirvede olan Palmer, Bolşevik Devrimi’nden korkan elitlerin desteğini kazanmak için ülke çapında artan sendika ve grev hareketini, siyah protestolarını ve özellikle İtalyan göçmeni anarşistlerin düzenlediği mektuplu bomba saldırılarını gerekçe göstererek olası bir “kızıl darbe” komplosunu gündeme getirmişti. Palmer için dönüm noktası evine yollanan bombalı bir paket olmuştu. İtalyan anarşist önder Luigi Galleani’den etkilenen anarşistler, Palmer’in evine iki kez bombalı paket yollamış, Palmer ve ailesi ikinci saldırıdan kıl payı kurtulmuştu.

Mitchell Palmer
Palmer, bunun üzerine “Palmer baskınları” olarak anılan korkunç bir cadı avı başlatmış, özellikle sola eğilimli olduğu düşünülen Doğu Avrupalu Yahudi göçmenlerin, ABD’deki komünist parti ve örgütlerin toplantıları basılmış, binlerce Amerikalı ve göçmen soyut gerekçelerle toplu bir şekilde gözaltına alınmış ve Amerikan vatandaşı olmayanlar sınır dışı edilmişti. Doğu Avrupalı göçmenlerin müzik korosu provaları, evde yapılan toplantılar, kermezler, özel etkinlikler ani bir şekilde basılıyor, polisler herkesi toplu bir şekilde somut bir değerlendirme olmaksızın gözaltına alıyor, vatandaş olmayan göçmenler sadece komünistlerle veya komünist eğilimli örgütlerle soyut bağlantıları olduğu, aynı ortamda tesadüfen bulundukları gerekçesiyle apar topar sınır dışı ediliyordu. Palmer, üç ay içerisinde 36 şehirde 6000 kişiyi tutuklatmış, 556 göçmeni sınır dışı etmişti. Hükümet yetkililerin antikomünizm dışındaki bir diğer motivasyonu da antisemitizmdi. Zira Amerikan sağcıları, Doğu Avrupa’dan ABD’ye göç eden Yahudilerin bir kızıl devrim yapmak amacıyla toplu bir şekilde geldiğinden şüpheleniyor, Avrupa’da giderek yükselen aşırı sağcı fikirlerin etkisiyle Yahudilere karşı “hain, güvenilmez” gibi önyargılarla yaklaşıyordu. Doğu Avrupa’dan göç eden Yahudilerin de gerçekten işçi sınıfına ve sola yakın olması bu tutumu giderek arttırıyordu. Nitekim bu baskınlarda en çok Doğu Avrupa göçmeni Yahudiler, özellikle Rus Yahudiler mağdur olmuştu.

Baskınlar sırasında yerle bir edilen bir işçi örgütü: Dünya İşçileri Örgütü’nün New York şubesi
İşte soğuk bir Aralık gecesi toplu bir şekilde sınır dışı edilen bu 249 göçmen Palmer baskınlarının ilk mağdurlarıydı. Bu mağdurlar arasında “Amerika’nın en tehlikeli kadını” da bulunuyordu: Anarşist ve feminist yazar/aktivist Emma Goldman. Goldman eşcinsel haklarından feminizme, anarşizmden işçi haklarına zamanın koşullarına göre ABD’nin en radikal ve ileri fikirlerini savunan cesur ve güçlü bir kalemdi. Rusya kökenli bir Yahudi olan Goldman aslında Amerikan vatandaşıydı. Sonradan ABD vatandaşlığı kazanan bir göçmenle evlenmiş ve evliliği vesilesiyle vatandaşlık kazanmıştı. Goldman birçok kez 1. Dünya Savaşı karşıtı eylemleri nedeniyle tutuklanmış, hapis yatmış, defalarca gözaltına alınmış, en saçma komplo teorileri temel alınarak sayısız kez sorgulanmış, hayatı boyunca evine gelen her mektubun açılıp okunduğu sıkı bir takibe alınmıştı.

Emma Goldman’ın tipik pozlarından biri: öfkeli, gözlüklü ve kitaplı. El hep çenede.
Goldman, Palmer baskınları sırasında özellikle hedef alınarak tutuklanmış, tutuklandıktan hemen sonra vatandaşlık alırken bazı belgeleri hatalı verdiği ileri sürülerek eşinin vatandaşlığı iptal edilmiş, böylece çıkarıldığı mahkeme Goldman’ın vatandaşlığının da geçersiz olduğunu tespit ederek sınır dışı edilmesine karar vermişti. 1903 tarihli Göç Yasası’ndaki anarşistlerin ülkeye kabul edilmeyeceği hükmüne dayanarak diğer anarşist ve komünistler gibi sınır dışı edilen Goldman, mahkemede ifade özgürlüğüne dayanarak savunma yapmamış, mahkemeye ve hükümete meydan okumayı tercih etmiş ve bugünlerde üniversitelerde, liselerdeki tarih derslerinde okutulan bir konuşma yapmıştı: “Şimdilik sözde sadece yabancılar sınır dışı ediliyor. Yarın Amerikalılar da sürgün edilecek. Daha şimdiden bazı ‘vatanseverler’, demokrasinin kutsal bir ideal olarak benimseyen Amerikan’ın kendi evlatlarının sürgün edilmesini öneriyor.”

Ellis Adası’nda toplu bir şekilde sınır dışı edilen 249 göçmenden “38 numara”: Emma Goldman
Palmer’in iddia ettiği 1 Mayıs “kızıl darbe girişimi” gerçekleşmemiş, Palmer zaman içerisinde itibarını kaybetmiş, ACLU gibi insan hakları örgütleri bu baskınlar ve sınır dışılar neticesinde doğan tepki üzerine kurulmuş, Emma Goldman gibi etkin kanaat önderlerinin uğradığı muamele farklı kesimleri harekete geçirmişti. Fakat göçmen karşıtlığı ve antisemitizm “kızıl korku” ile iyice harmanlanmış, dönemin Amerika’daki Nazilerle flört eden Columbia Üniversitesi rektörü Nicholas Murray Butler dahil birçok isim Yahudi göçmenleri hedef göstermeye başlamıştı. Sağdan esen bu yabancı düşmanı rüzgarı arkasına almak isteyen siyasetçiler göç yasalarını sıkılaştırmış, zaman içerisinde başta Asyalılar ve Doğu Avrupalı Yahudilere yönelik kotalar koymaya başlamıştı. Nitekim bu nedenle Holokost sonrası birçok Doğu Avrupalı göçmen aile ABD’ye göç edememiş veya kendilerinin Almanya göçmeni olduğunu belirtip yalan söylemek zorunda kalmıştı. Bu ailelerden biri de Kushner’lardı. Bugün Trump’ın damadı olan iş insanı Jared Kushner’ın Polonya göçmeni Yahudi ailesi Holokost sonrasında ABD’ye göç etmek için Almanya göçmeni olduklarını yalanını ileri sürmüş, ayrımcı göçmen yasası ve kotalarının etrafından dolanmıştı.

Jared Kushner, eşi Ivanka Trump ve çocukları
Ne trajik ki dün Yahudi göçmenleri engellemek, “kızıl korkunun” günah keçisi Doğu Avrupalı Yahudileri sınır dışı etmek için kullanılan bu soyut ve ayrımcı göçmen yasaları bugün ABD Başkanı Trump’ın ve dünürleri Kushner ailesinin de neferi olduğu İsrail lobisi tarafından sadece Filistin protestolarına katıldığı için yabancı öğrencileri sınır dışı etmek ve en başarılı Amerikan üniversitelerini yerle bir etmek için kullanılıyor.
Bu sefer başrolde solcu bir Rus Yahudisi anarşist feminist değil, Filistin göçmeni gencecik bir öğrenci var: Mahmut Halil.
Önce vatandan, sonra üniversiteden sürgün

28 yaşındaki Suriye doğumlu Filistinli Mahmut Halil, geçen hafta Cuma günü (8 Mart) Amerikan vatandaşı olan hamile eşiyle birlikte dışarıda iftar yaptıktan sonra üniversiteye ait olan lojmanlarına dönüyordu. Halil, Columbia’nın en iyi yüksek lisans programlarından biri olan SIPA’ya (Uluslararası ve Kamu İlişkileri Okulu) kayıtlı başarılı bir öğrenciydi. Trump yönetiminin 400 milyon dolarlık bütçe kesintisinin ardından Filistin destekçisi öğrencilerine uzaklaştırma, geçici mezuniyet belgesi geri alma gibi disiplin cezaları dağıtan Columbia Üniversitesi aksi bir karar almazsa bu sene Mayıs ayında mezun olmayı planlıyordu. Halil, Gazze eylemlerinde ön saflarda olan, öğrencilerin İsrail ile ilişkilerin kesilmesi gibi talepleri hakkında üniversite yönetimiyle müzakere masasına oturan protesto liderlerinden biriydi.
Daha geçen sene okul dekanlarıyla sabaha kadar süren pazarlık masalarına oturan Mahmut Halil ve eşi lojman binasından içeri girerken kapıda pusu kuran göç polisleri peşlerinden geldi ve apartman girişinde üzerine çullandıkları Halil’i kelepçeledi. Göçmen polisleri, Halil’in Trump yönetimince “Hamas destekçisi ve antisemit” niteliği haiz Filistin gösterilerinin organizatörlerinden olduğu gerekçesiyle öğrenci vizesinin iptal edileceğini bu nedenle gözaltına alınıp sınır dışı edileceğini belirtmiş, hızlı bir şekilde Halil’i kelepçelemiş ve nereye götürdüklerini belirtmeden bir arabaya koyup “kaçırmıştı”.
Halbuki Halil, birçok yabancı öğrencinin imrenerek baktığı kalıcı bir hukuki statüye, yani Yeşil Kart’a sahipti. Uzun vadede vatandaşlık hakkını elde edecek olan Halil’in durumu ortaya çıkınca bu sefer yetkililer Yeşil Kart’ın da benzer gerekçelerle iptal edileceğini ileri sürdü ve Halil’i kaçak göçmen hapishanesine kapattı.
Filistin’den sürüldükten sonra Suriye’ye göç eden bir ailenin çocuğu olan Mahmut Halil, eğitimini ABD’nin en eski uluslararası okullarından biri olan Lübnan American Üniversitesi’nde almış, sonrasında Birleşik Krallık Dışişleri Bakanlığı’nda çalışmıştı. Ne tuhaf ki Birleşik Krallık Dışişleri Bakanlığı’nın güvenlik soruşturmalarından geçen Halil hakkında, Trump’ın Dışişleri Bakanı Marco Rubio Göç ve Vatandaşlık Yasası m. 237 (a) (4) (C) (i) uyarınca Hamas’ı desteklediği ve antisemit gösterileri düzenlediği iddiasıyla “ABD’nin dış politikasına olası olumsuz sonuçlar” doğuracağı değerlendirmesini yapmış ve bu maddeye dayanarak Yeşil Kartı’nın iptal edilip sınır dışı edilmesini talep edilmişti. Rubio’ya göre, Halil’in antisemit gösterilere katılması, ABD’nin antisemitizmle mücadeleyi içeren dış politikasını olumsuz etkileyebileceği için bu yasa uyarınca sınır dışı edilmesi gerekiyor. Bugüne kadar pek sık başvurulmayan bu dayanak daha öncesinde çok soyut bir yasa olduğu için anayasaya aykırı bulunmuş ve bir federal mahkeme tarafından ihmal edilmişti. Nitekim Halil’in sınır dışı edilme talebi hakkında nihai kararı verecek mahkemeler nezdinde de avukatları bu soyut yasanın ifade özgürlüğünü ve adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini, Halil’in hakkında hiçbir soruşturma, suç kaydı veya somut bir Hamas destek/antisemit söylem iddiası olmadan sınır dışı edilemeyeceğini, en basitinden ABD’nin resmi dış politikasını etkileyebilecek bir güce sahip olmadığını ileri sürüyor.

Kapısında yüzlerce New York’lunun protesto düzenlediği mahkemenin bu argümanlar karşısında benimseyeceği tavır hayati. Zira mahkemeler Trump yönetimini haklı bulursa yüzlerce yabancı öğrenci yurt odalarından kelepçelenerek bir gece yarısı kaçırılıp sadece Filistin gösterilerine katıldıkları, “özgür Filistin” yazan bir T-shirt giydikleri, işgal altındaki Filistin topraklarını gösteren bir haritayı Instagram story’lerine koydukları için binlerce dolar ödeyip alın teri döktükleri üniversite eğitimlerine veda etmek zorunda kalabilir. Trump yönetimi mahkemelerin vereceği karar neticesinde sistematik bir şekilde “yabancı öğrenci avına” çıkabilir.
Mahmut Halil sadece bir başlangıç. Uzun zamandır Trump’ın başkan seçilmesine büyük bir yatırım yapan İsrail lobisinin ellerini kavuştururak heyecanla beklediği “zalim” bir başlangıç.
Önce Filistinliler için geldiler…

Trump ve kendisine 100 milyon dolar bağış yapan İsrail lobisinin önemli aktörlerinden Miriam Adelson
Mahmut Halil’in başına gelenler sürpriz değil. Filistin eylemlerine katılan yabancı öğrencilerin “Hamas destekçisi” oldukları gerekçesiyle sınır dışı edilmesi, “Ha Trump ha Kamala Harris, Filistin için ne fark eder?” sorusunun en basit yanıtlarından sadece biri. Hem Trump hem de İsrail lobisi bu fikri seçim döneminde uzun uzun savunmuş, Trump’ın ikinci başkanlığına uzun öneriler sunan düşünce kuruluşu Heritage Foundation bu sınır dışı planlarını detaylandıran “Eshter Projesi”ni kaleme almış, İsrailli yetkililer de bu sınır dışı olasılığını dile getirmeye başlamıştı.

Mahmut Halil’in başına gelenler sürpriz değil. Filistin eylemlerine katılan yabancı öğrencilerin “Hamas destekçisi” oldukları gerekçesiyle sınır dışı edilmesi, “Ha Trump ha Kamala Harris, Filistin için ne fark eder?” sorusunun en basit yanıtlarından sadece biri. Hem Trump hem de İsrail lobisi bu fikri seçim döneminde uzun uzun savunmuş, Trump’ın ikinci başkanlığına uzun öneriler sunan düşünce kuruluşu Heritage Foundation bu sınır dışı planlarını detaylandıran “Eshter Projesi”ni kaleme almış, İsrailli yetkililer de bu sınır dışı olasılığını dile getirmeye başlamıştı.
Nitekim Trump’ın göreve gelir gelmez ilk iş olarak “Antisemitizmle Mücadele” başkanlık kararnamesini imzalayarak hükümetin önceliklerinden birini bu gösterilere katılan yabancı öğrencilerin sınır dışı edilmesi olarak belirlemişti: “Hamas Sempatizanlarını Sınır Dışı Edin ve Öğrenci Vizelerini İptal Edin: Cihat yanlısı protestolara katılan tüm yerleşik yabancılar, sizi uyarıyoruz: 2025 sizi bulacağız ve sınır dışı edeceğiz. Ayrıca daha önce hiç olmadığı kadar radikalizmin istilasına uğrayan üniversite kampüslerindeki tüm Hamas sempatizanlarının öğrenci vizelerini hızla iptal edeceğiz.”
Trump bunun ardından üniversitelere baskı kurmak adına “antisemit” göstericilere yeterince müdahale etmediği gerekçesiyle Columbia’ya verilen 400 milyar dolarlık federal bütçenin kesileceğini belirtti, üniversite yönetimine tehdit savurdu. Bu tehditinin ardından üniversite yönetimi 22 öğrenciye Filistin gösterlerine katıldıkları gerekçesiyle uzaklaştırma ve geçici diploma geri alma gibi ağır disiplin cezaları verdi. Dışişleri Bakanlığı, öğrenci vizesiyle ülkede bulunan yabancı öğrencilerin hesaplarının yapay zeka ile inceleneceği ve “Hamas” destekçisi oldukları belirlenen kişilerin vizelerinin iptal edileceğini açıkladı. Trump yönetimi her türlü İsrail eleştirisini Hamas destekçiliği olarak değerlendiriyor. Bu çarpık altyapıya yapay zekanın hata payını da ekleyince ortaya çıkabilecek tablo oldukça tedirgin edici.
Yine Mahmut Halil ile birlikte, iki Columbialı öğrenci daha sınır dışı talebiyle gözaltına alındı. Göçmen polislerinin elinde kapı kapı, yurt yurt dolaşabilecekleri bir liste var. Zira Columbia’nın İsrail’i destekleyen az sayıda ama etkili bağışçıları, mezunları ve öğrencileri çeşitli Whatsapp grupları kurarak gösterilere katılan öğrencilerin fotoğraflarını çekti, kimliklerini buldu, bu kişileri internet sitelerinde, üniversite önüne park eden kamyonların LED ekranların isim isim ifşa etti. Böylece hem New York gibi İsrail destekçilerinin güçlü olduğu bir eyalette iş bulmalarını engellemeyi hem de disiplin ve sınır dışı gibi yaptırımlara maruz kalmalarını sağlamayı amaçladı. Gösteriler başladığından beri Filistin destekçisi öğrencileri taciz eden Shai Davidai bu “muhbir ağının” en önemli aktörlerinden biri. Kampüse girmesi yasaklanan Columbia hocalarından Daivdai, İsrail lobisiyle birlikte Filistin destekçisi öğrencileri isim isim güvenlik güçlerine fişledi. İsim listeleri bizzat Trump yönetimine teslim edildi.

Shai Davidai
Columbia öylesine kuşatma altına alınmış durumdaki üniversite rektörü dün gece öğrencilerine “iki yurdumuzda göçmen polisleri dolaşıyor, ne yazık ki engel olamadık” diyerek bir uyarı yapabiliyor, her bir yabancı öğrenci yurt kapılarından kelepçelenerek sınır dışı edilme riski taşıyor.
İdarecileri de “Voldemort’un ordusuyla” iş birliği içerisinde olduğu için ruh emicilerin kuşattığı Hogwarts ile bir tutulamayacak derecede itibar kaybeden Columbia’nın bu sistematik saldırılarının ilk hedefi olarak seçilmesi pek tesadüfi değil. Hatta bu tercihin en önemli sebebi Columbia’nın “itibarı”. Columbia nasıl 2024’te Gazze kampüs eylemlerinin fitilini ateşlediyse, 1968’de de Vietnam savaş karşıtı protestolarının işaret fişeğini ateşlemiş; kampüs gösterilerinin odak noktası olmuştu.

Rektörlük binasını basan Columbialı öğrenciler, 1968.
Üniversitenin Savunma Bakanlığı’yla iş birliklerinin sonlanmasını talep eden öğrenciler yönetim binası olan Hamilton Hall’ı işgal etmiş, “özgürleştirilmiş alan” ilan etmiş, bir dekan vekilini rehin almış, rektörün makam odasına el koymuştu.

Gösterilerin en ikonik fotoğrafı. Columbia öğrencilerinden David Shapiro, üniversite rektörünün masasında sigara içiyor. Eylemcilere göre Shapiro bu fotoğrafı çekindi ve ardından işgal alanından ayrıldı. Polis müdahalesine maruz kalmadı.
İşgal yedi gün sürmüştü. Columbia yönetimi bir hafta boyunca “fiilen” kontrolü kaybetmiş, dersler işlenemez hale gelmişti. Üniversite bir hafta sonra kampüse polisi çağırmış, 1000 polis göstericilere müdahale etmişti. New York tarihinin en büyük toplu gözaltılarından biri yaşanmış, 700 öğrenci darp edilerek gözaltına alınmıştı.
Bu sert müdahaleye rağmen rektör kısa bir süre gelen tepkiler üzerine istifa etmiş, okul yönetimi göstericilerin taleplerini yerine getirmiş, üniversite öğrenci gösterilerini destekleyen resmi bir tutum benimsemiş, 68 olaylarından gururla bahsedecek bir noktaya gelmişti. Columbia öğrenci destekçisi bu liberal özgürlükçü tutumunu yıllar sonra söz konusu İsrail olunca askıya almış, Hamilton Hall’ı bir gün işgal eden öğrencileri 68’in aksine bir günde polis müdahalesiyle baş başa bırakmış, kendi öğrencilerini polislere dövdürtmüş, geçmişin aksine çok ağır disiplin cezaları yağdırmıştı.

Filistin destekçisi öğrenciler, Hamilton Hall’ı işgal etmiş ve İsrail tarafından katledilen Gazzeli 5 yaşındaki Hind Rajab’ın adını vermişti.
İşte bu yüzden Trump, Columbia Üniversitesi ile başladı. Sistematik olarak göçmen polislerini kampüse yolladı, üniversitenin fonlarını keserek idareyi tehdit etti, idarecilerin disiplin cezalarını ağırlaştırması için baskı kurdu ve şimdi de teker teker yurtları bastırarak yabancı öğrencileri hiçbir yargı kararı, soruşturma veya somut suç isnadı olmadan sadece ifade özgürlüklerini kullandıkları için “kaçırıyor”, sınır dışı etmeye çalışıyor. Columbia gibi en liberal, en özgürlükçü okula göz dağı verip boyun eğdirerek diğer üniversiteleri de kontrol altına almaya çalışıyor. Bunu yaparken de Columbia’nın idarecilerini kendi kurumlarını boğması için tehdit ediyor, okulu kendi kendine bitirmeye çalışıyor. Böylece kurumun itibarı da Trump’a gerek kalmadan eriyor, okul içten içe çürüyor.
Saldırılar her ne kadar sistematik ve soğuk kanlı yapılsa da Mahmut Halil’in sınır dışı edilmesi bugüne kadar en çok tepki çeken ve toplumsal muhalefeti birleştiren Trump hamlelerinden biri oldu.
Zira aklı başında herkes, Trump’ın o meşhur Nazi Almanyası tekerlemesinde olduğu gibi “önce Filistinliler için geldiğinin” farkında. Mahmut Halil’den vazgeçilirse sıra siyah hak aktivistlerine, eşcinsellere, feministlere, Trump yönetiminin resmi politikasının dışına çıkan herkese gelecek. Belki Amerikan vatandaşları sınır dışı edilmeyecek, ama federal hükümetin fon kesintisi, tazminat davaları gibi baskı araçlarına maruz kalacak, Adalet Bakanlığı’nın siyasi yargı tacizleriyle uğraşacak.

Daha geçen aylarda Münih Güvenlik Zirvesi’nde Avrupa’yı ifade özgürlüğünü korumadığı için çocuk gibi azarlayan başkan yardımcısı JD Vance bu olasığının en büyük garantörü. Zira kendisi henüz genç ve yeni yetme bir senatörken “Üniversiteler ve profesörler düşmanımız” konuşmasıyla dikkat çekmiş, bu konuşmasında üniversitelerin genç neslin beynini yıkayarak muhafazakar olması beklenen zihinleri “woke” (duyarbaz, kimlikçi) fikirlerle zehirlediğini ileri sürmüştü.
Trump ve arkadaşlarının düşman listesi uzun, Filistinlilerle sınırlı değil. Fakat Trump için Amerikan vatandaşı olmayan Filistinliler listedeki diğer hedeflere göre çok daha “kolay bir lokma”.
Fakat şimdilik “kolay lokma” olarak görülen Mahmut Halil, uzun bir süre daha Trump’ın başını ağrıtacak gibi.
Dünyanın en kaliteli Haymatlosları

2000 yılında Columbia’nın ünlü hocalarından Edward Said, İsrail’in Batı Şeria’yı ablukaya aldığı askeri kontrol noktalarının uzağındaki boş bir alana protesto amacıyla taş atmış, bunun üzerine “antisemit” ilan edilmiş ve okuldan atılması talep edilmişti. Dönemin Columbia rektör vekillerinden Jonathan Cole ise şu açıklamayı yaparak Said’e sahip çıkmıştı:
“Columbia’da bir ifade nizamnamesine inanmıyoruz, ve bir ifade polisi gibi de davranmamalıyız. Profesör Said’in sınırda öteki tarafa taş fırlatması meselesine gelince: bildiğim kadarıyla, taş birisini hedef almış değil; herhangi bir yasa ihlâl edilmiş değil; herhangi bir yasal şikayette bulunulmuş değil; Profesör Said’e karşı cezai veya aslî bir dava açılmış değil… Biz Columbia’da, McCarthy döneminde, farklı siyasî görüşlere sahip öğretim üyelerinin cezalandırılması veya atılması yönündeki baskı ve telkinlere, diğer kurumların tersine, boyun eğmedik; bugün de öğretim üyelerinin kendini ifade etme hakkını güvence altına almaktan vazgeçmeyeceğiz” (Birikim Dergisi’nin çevirisi)
Ne trajik ki 25 yıl sonra bugün Columbia’da Said’in 2000 kitabını içeren ve adını taşıyan okuma salonunda ders çalışan öğrenciler, artık üniversite tarafından terk edilmiş, yurtlara bir ruh emici edasıyla giren göçmen polisleriyle baş başa bırakılmış durumda. Fakat tamamen yalnız değiller. Trump’ın diğer hamleleri karşısında az kişili, kuru sloganlı ve yaşlı Kongre üyelerinin baston sallamalı protestoları yerine Halil için New York’ta geniş katılımlı gösteriler düzenleniyor. İsrail karşıtı Yahudiler Trump Tower’da oturma eylemi yapıyor, sokakları hınca hınç dolduran yürüyüşler organize ediliyor. Demokrat Partililer önemli ölçüde Mahmut Halil’in sınır dışı edilmesine tepki gösteriyor. Hatta birkaç muhafazakar Trumpçı kanaat önderi dahi ifade özgürlüğü namına Halil’e destek açıklaması yaptı.
Halil’in ve benzer durumdaki binlerce yabancı öğrencinin kaderini ise anayasaya açıkça aykırı olan bir yasa karşısında nasıl bir tutum takınacağı muğlak olan mahkemelerin kararı belirleyecek.
Mahmut Halil sınır dışı edilirse bir kez daha “yurtsuz” kalacak. Hemen akabinde dünyanın dört bir yanından yine dünyanın en kaliteli üniversitelerinde özgürce eğitim alabilmek için gelmiş, binlerce dolarlık okul masraflarını ödemek için bir yandan çalışmış, burs kovalamış, varını yoğunu harcamış birbirinden zeki ve yaratıcı öğrenciler, sırf İsrail’i eleştirdikleri için sınır dışı edilecek, eğitimleri yarım kalacak.
Halil ve arkadaşları belki de gelmiş geçmiş en kaliteli Haymatloslar, yurtsuzlar olacak. Doğdukları ülkelerde rahat nefes alamadıkları için ABD’ye gelip eğitim alanların nefesinin bir kez daha kesilmesi oldukça trajik. Fakat Mahmut Halil, Trump’a karşı toplumsal muhalefetin en önemli sembollerinden biri oldu bile.
Filistin mücadelesi, İsrail lobisinin ABD’nin en tartışmalı ve dünya çapında en çok nefret edilen başkanıyla iş birliği yapması sonucunda ciddi bir ana akımlaşma fırsatı yakaladı. 1919’larda marjinalleştirilen solun Emma Goldman’ı, 60’larda marjinalleştirilen siyah hareketin Martin Luther King Jr.’ı varsa, artık Filistin hareketinin de Halil’leri var. Yaşanan bu mağduriyetin, anayasaya dayanan ifade özgürlüğü söylemiyle çok daha geniş kitlelere Filistin’i duyurması, arkasına Trump karşıtlığını alması, Trump’ın zelediği USAİD gibi kurumlar, soyut hukuk kuralları yerine daha somut bir hikayeyle dikkat çekmesi kaçınılmaz.
Günün sonunda, Trump’ın Mahmut Halil’lere karşı başlattığı bu savaş sonuçsuz kalacak. Palmerların Emma Goldmanlara, McCarthylerin solcu sanatçılara, Jim Crowların siyahlara karşı başlattığı savaşlar gibi.
Uzun vadede bu savaşın kazananı belli olsa. Fakat yine de kısa vadede Mahmut Halil, Emma Goldman gibi yurtsuz kalabilir. Emma Goldman sınır dışı edildikten sonra tam olarak “yerinde” hissettiği bir ülke bulamamış, durmadan yer değiştirmek zorunda kalmıştı. Bugün de Amerikan üniversitelerinden atılan, sınır dışı edilen yabancı öğrencilerin Filistin’i en çok destekleyen coğrafyalarda kırmızı çizgilere basma korkusu, idarenin baskısı olmadan eğitim alabilecekleri, her türlü konuyu konuşabilecekleri, bahçesinde polis korkusu olmadan gösteri yapabilecekleri dünya standartlarında bir üniversite bulmaları biraz zor gibi. Dünyanın en kaliteli Haymatloslarına özgüvenli bir şekilde kucak açamamak da Trump’ın onlarca ayıbının yanında Filistin’i savunanların ayıbı.