Ana SayfaGÜNÜN YAZILARISiyaset, hukuki ayak oyunlarıyla tanzim edilmez

Siyaset, hukuki ayak oyunlarıyla tanzim edilmez

Türkiye’de muktedirlerin kendisi için tehlikeli gördüğü siyasi rakiplerini yargı yoluyla tasfiye etmeye çalışan bir gelenek var. Meşum bir gelenek bu ve maalesef her dönem hükmünü icra ediyor. Lakin Türkiye’de siyaset, bu tür oyunları, bu tür tasarımları boşa çıkartmakla ve arzulananların tam tersi neticeler doğurmakla maruftur. Sokakta karşılık üreten ve halkta destek bulan bir siyasi aktörü, hukuki ayak oyunlarıyla durduramazsınız.

İktidar, yargı eliyle bir bütün olarak CHP’ye ve bilhassa İmamoğlu’na büyük bir basınç uyguluyor. CHP belediyelerine operasyon üzerine operasyon yapılıyor. Öyle ki, CHP’liler elleri yüreklerinde bir sabah kendi belediyelerinin basılmasını, evlerinin zilinin çalınmasını bekliyorlar. İmamoğlu ise Cumhurbaşkanlığına adaylığını açıkladıktan sonra özel bir muameleye tabi tutuluyor. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı önce idari ve adli soruşturmalardan nefes alamaz oldu; yetmedi, akabinde diploması iptal edildi ve bir suç örgütü lideri intibaı verilerek yüzden fazla kişiyle birlikte gözaltına alındı. 

CHP’ye ve İmamoğlu’na dönük bu yargı kıskacının normal olmadığı, bununla hukukun bir gereğinin yapılmadığı malum. Baştan aşağı siyasi bir planlama söz konusu ve yargı da bu planlamayı gerçekleştirmek adına hareket halinde. Hukuk kuralları siyasi amaçlar için kullanılıyor ve yargı –adaleti gerçekleştirmek için çalışan değil- iktidarın siyasi hesapları doğrultusunda iş gören bir mekanizmaya dönüşüyor. 

İktidarın burada başlıca üç hedefinin olduğu söylenebilir. 

İlki, son yerel seçimlerden birinci parti çıkan ve artık iyiden iyiye iktidar namzedi olan CHP’yi terörle ve yolsuzlukla iç içe geçmiş bir parti olarak gösterip kriminalize etmektir. CHP hakkında suça bulaşmış ve “karakola düşmüş bir parti” algısı yaratıp bunu büyütmektir. Karakol ve adliye arasında mekik dokumak zorunda bırakılan CHP’yi hep diken üstünde tutmak ve partinin mesaisinin büyük bir kısmını kaçınılmaz bir biçimde buraya harcamasını sağlamaktır. 

İktidarın bu stratejisinde başarılı olduğu görülüyor. Canının telaşına düştüğünden CHP, sadece kendi derdiyle uğraşmak durumunda kalıyor. Daima kendini açıklamak mecburiyeti hissediyor, ithamları cevaplamaya çalışıyor. Canhıraş bir şekilde yargı darbelerini savuşturma gayreti CHP’de dışarıya dönüp bakacak bir mecal bırakmıyor. Başka bir mevzuu konuşmaya, iktidarı zorlayacak bir gündem oluşturmaya ya da kendi iktidar perspektifini anlatmaya hali kalmıyor. 

Keza, bu yargı ablukasının CHP’nin içini karıştırma, CHP’nin içindeki açık ve örtülü güç mücadelesini tetiklemeye matuf bir tarafı da var. CHP’de birbiriyle rekabet halinde olan güç merkezlerinin olduğu açık. İmamoğlu ve Yavaş öne çıkıyor, ama onların yanı sıra Özel ve Kılıçdaroğlu’nu da akılda tutmak gerek. İmamoğlu’nun çevresi sarıldıkça diğer isimlerin parti içi mücadele için heveslenmesi doğal. 

Gerçi Yavaş, İmamoğlu’nu hedef alan hukuksuzluk ortadan kalkıncaya kadar adaylığını askıya aldığını duyurdu. Ancak eğer İmamoğlu’nun yolu iktidar tarafından tamamen kesilir ve onun adaylığı imkânsız hale getirilirse, diğer isimler kendilerine bir yol açmak isteyebilir ve bu da partide keskin ve çetrefil bir mücadeleye neden olabilir. 

Muhalefet ve DEM Parti

İkincisi, DEM Parti ile CHP’nin arasını açmaktır. 2018 öncesinde bir tür “Üçüncü Yol” siyaseti izleyen DEM Parti, 2018’den itibaren muhalefetin bir parçası haline geldi. DEM Parti’nin bu tercihi, AK Parti’nin özellikle Kürt seçmen tabanını zayıflatırken muhalefetin ülke çapında güçlenmesini ve yerel seçimleri kazanmasını sağladı. İktidarın 2028 seçimlerinde avantaj elde etmesi için bu tabloyu değiştirmesi, DEM Parti’yi kendi tarafına çekemese de, hiç olmazsa nötralize etmesi lazımdı.   

1 Ekim’de yeni bir çözüm süreci başladı. Sürece katılan DEM Parti’nin iktidarla arasındaki ilişki de yumuşadı. Muhalefetin sürece dair en mühim eleştirisi, sürece demokratik adımların eşlik etmemesiydi. Bir tarafta PKK’nin silahsızlandırılması öngören bir süreç yürütülürken diğer tarafta da kayyumlar atanıyor, muhalefetin alanını daraltan operasyonlar yapılıyordu. 

Bu nedenle muhalefet, DEM Parti’den eskisi gibi iktidara sert bir tepki göstermesini bekliyordu. Ancak DEM Parti sürecin hassasiyetini gözeterek ölçülü bir tepkiyle yetinince muhalif camiada ve özellikle CHP tabanında, DEM Parti topa tutulmaya başlandı. DEM Parti’nin muhalefeti sattığı ve iktidara teslim olduğu minvalindeki görüşler hız ve yaygınlık kazandı. 

Son hadiselerden sonra da gözler DEM Parti’ye çevrilmiş durumda; ondan güçlü bir ses çıkarması ve iktidara karşı kuvvetli bir reaksiyon göstermesi isteniyor. Eğer DEM Parti bu istemleri karşılayan bir tavır içine girmezse, o vakit DEM Parti ile muhalefet arasındaki ipler daha da gerilebilir. CHP’nin de sürece verdiği –ve zaten giderek zayıflayan- desteğin oranı da en alt seviyeye düşebilir. 

Rakibini seçmek 

Üçüncüsü, İmamoğlu’nun saf dışı etmektir ve meselenin bam teli de budur. Türkiye’de, bir-iki istisna dışında, cumhurbaşkanlığı seçimleri rahat bir ortamda yapılmadı. Cumhurbaşkanlığı makamı hep kıyasıya mücadeleleri, sert çatışmaları, hukuki ve siyasi krizleri beraberinde getirdi. Yaşadıklarımız da, en geç 2028 yılında yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin sancıları. 

Erdoğan, hem bir daha aday olmak hem de rakibini seçmek istiyor. İmamoğlu ise onun için ideal bir aday değil, riskli bulduğu için 2028’te sandıkta İmamoğlu ile kapışmaktan kaçınıyor. Salt onu değil sağında solunda, yakınında çevresinde kim varsa onları da hedef tahtasına oturtarak şimdiden İmamoğlu defterini kapatmayı amaçlıyor. Bir başka ifadeyle Erdoğan, İmamoğlu’nu pistin dışına iterek kendisi için daha uygun –yani karşısında galip gelme ihtimalinin daha yüksek- olduğunu düşündüğü isim ya da isimlerle yarışmak istiyor.

Her ne kadar hukuki bir güç gösterisi olarak sunulsa da, aslında bu, Erdoğan açısından bariz bir siyasi güçsüzlük işareti. Çünkü bütün bu olup bitenler, toplumun geniş bir kesiminde,   Erdoğan’ın demokratik bir mücadelede İmamoğlu’nu yenemeyeceğini bildiği ve bu nedenle de onu uydurma hukuki gerekçelerle ekarte etmeye çalıştığı şeklinde okunuyor. 

Türkiye’de muktedirlerin kendisi için tehlikeli gördüğü siyasi rakiplerini yargı yoluyla tasfiye etmeye çalışan bir gelenek var. Meşum bir gelenek bu ve maalesef her dönem hükmünü icra ediyor. Siyaseten zayıf düşenler ve halktan eskisi kadar teveccüh görmeyenler, bu zayıflıklarını hukuk araçsallaştırarak örtmeye çalışıyorlar. 

Ve ne yazık ki geçmişte bu tür oyunların mağduru olanlar da fırsat ellerine geçtiklerinde aynı oyunları sahnelemekten geri durmuyorlar. İşte, dün Erdoğan’ı siyaset sahnesinden silmek için karşı devreye konulan taktiklere bugün İmamoğlu’nu bertaraf etmek için Erdoğan tarafından başvurulduğuna tanıklık ediyoruz. Aktörler değişiyor ama oyun aynı kalıyor. 

Lakin Türkiye’de siyaset, bu tür oyunları, bu tür tasarımları boşa çıkartmakla ve arzulananların tam tersi neticeler doğurmakla maruftur. Sokakta karşılık üreten ve halkta destek bulan bir siyasi aktörü, hukuki ayak oyunlarıyla durduramazsınız. 

- Advertisment -