Bilenler bilir, Eylül ayı Akdeniz, Ege kıyılarının en güzel vaktidir. Aşırı sıcaklar hale yola girer, aşırı kalabalıklar elini ayağını çeker, yaz mevsimi ve Akdeniz, Ege hayatı güzellemeleriyle dolu sosyal medya paylaşımları odağını kaybeder. Mekân gerçek sahiplerine kalır. Gösterişsiz keyif başlar.
Böyle bir vakitte böyle bir coğrafyada, 2025 yılında Eylül ayının ortalarında Tel Aviv’deyiz. Buraya Eylül gelmemiş gibi. Yazdan kalma günler yaşanıyor. Telaşlı, hareketli, canlı, neşeli bir sahildeyiz. Plajlar, barlar, gece klüpleri . Yaklaşık 500 bin nüfusun kayda değer bir kısmı sahilde denize giriyor, oyunlar oynuyor, bir kısmı gündüz vakti (neden olmasın?) partiliyor.
The Guardian muhabiri Matthew Cassel Tel Avivlilerle konuşuyor. Cassel’in merakı; 60 km, sadece 60 km uzaklıkta Gazze’de olanlar hakkında İsraillilerin ne düşündüğü. Mâlûm; arabayla, bir saatten kısa bir sürede Gazze’ye ulaşabilirsiniz. İstanbul içinde bir semtten başka bir semte gitmek gibi bir şey. Bir saatten kısa bir sürede ulaştığınız Gazze’de ama, Tel Aviv’deki renkli hayat kararacaktır, grinin en yıpratıcı tonları tozla, yıkımla karşınıza çıkacaktır.
Gündelik hayat dediğimiz şey, Gazze’de açlık ve ölümle birlikte anılıyor, uzunca bir süredir. Resmi sayılar 64 bini işaret ediyor, resmi olmayan sayılarda 200 binden fazla ölümden bahsediliyor. Bunun adı bildiğiniz soykırım. Peki İsrailliler ne düşünüyor bu konuda? Cassel, Tel Aviv sokaklarında bu soruya cevap arıyor.
Bir kere ordularına müteşekkirler. “Askerleri” sayesinde burada hayatı normal akışında yaşayabiliyorlar. Gerçi Gazze’deki savaş yüzünden turizm hiç iyi gitmiyor, işler kesat… 19 yaşındaki Tel Avivli bir gence göre 7 Ekim felaketinden yaşlısından çocuğuna, kadınından erkeğine tüm Filistinliler sorumlu: Kadınlar sorumlu, çünkü onlar teröristlerin anneleri, çocuklar sorumlu çünkü (büyüyebilirlerse eğer) büyüyünce terörist olacaklar. Hiçbiri masum değil. Bu genç, yakında asker olup Gazze’de görev almak istediğini de ekliyor. Başka genç bir kadın instagram’da gördüklerinin %50’sinin, yok hayır %80’inin, yalan olduğunu söylüyor. İsrail karşıtlığı için uydurulmuş, dünya kamuoyunun duygularını sömürmek için kurgulanmış hikayeler… Hollywood gibi bir Gazzewood konsepti… Kalan %50 ya da %20 acı verici olabilir ama o da Hamas yüzünden!
Haftada bir, büyük çaplı protesto gösterileri düzenleniyor. İsrailliler Netanyahu’ya kızıyorlar. Savaş karşıtı bir protesto mu bu peki? Hayır, değil… Netanyahu hükümeti rehineleri geri alamadıkları için protesto ediliyor. Gazze’deki sivil katliamdan bahseden yok. Şifa niyetine “Palestinian lives matter” (Filistinli hayatları değerlidir) tişörtü giymiş bir adamla karşılaşıyor muhabirimiz. Maalesef diyor adam, dışarıdan nasıl göründüğümüz Gazze’de yaşananlardan daha çok umursanıyor.
“Bu kadar yakın iki dünya nasıl bu kadar farklı olabiliyor?” diye soruyor 15.5 dakikalık video boyunca bitkin düşmüş muhabir Cassel. Bu kısa belgesel bu soruyu kendimize sormamız için çekilmiş zaten. Sinema meraklılarının aklına aynı soruyu sorduran “The Zone of Interest” (İlgi Alanı) filminin gelmesi kaçınılmaz.
2024’te Yabancı Dilde En İyi Film Oscar’ıyla birlikte hatrı sayılır birçok ödül alan 2023 yapımı The Zone of Interest filmi, 2. Dünya Savaşı sırasında, adını duyunca bile ürperdiğimiz Auschwitz toplama kampının hemen yanındaki lojmanda yaşayan kampın komutanı Rudolf Höss ve ailesinin hayatını anlatır. Evin bahçesinin yüksek duvarlarının hemen arkasında insanlık tarihinin en büyük katliamlarından biri yaşanmaktadır. Höss, o zamana kadar kullanılan yöntemleri ileriye götürmüş, ölçek ekonomisinden yararlanarak minimum sürede maksimum insan öldürmeyi mümkün kılmıştır. Daha sonra mahkemede yargılanırken, teknik üstünlük anlatısı ile büyülenmiş ruh hâlini kaybetmemiş olsa gerek, 3 milyon civarında insanın bu kampta öldürüldüğünü iddia ederek sayıyı abartmıştır! Gerçek sayının 1.5 milyon civarında olduğu bilinmektedir.
Evin bahçe kapısı ile Auschwitz’in kapısı arasındaki mesafe çok kısadır. Auschwitz film boyunca bir sanayi tesisi gibi resmedilmektedir: Büyük, gri, kocaman bacaları her daim dumanlı. Bu büyük fabrikanın bir başka belirgin özelliği daha vardır: Sürekli çığlık ve haykırış üretir.
Höss’ün eşi Hedwig, mükemmel aile hayatının düzeni ve 5 çocuğunun büyütülmesi işleriyle yakinen uğraşırken bahçenin güzelliğine özel bir ilgi gösterir. Çiçekler çiçekler çiçekler… Kameriye, kaydıraklı havuz, bisikletler, özel günlerde kurulan büyük masalarda kutlamalar. Çocuklar için harika bir ortam.
Kamptan yükselen çığlıklar, fırınlardan gelen insan ve makine sesleri, evin bahçesine çöken duman bu evdeki hayata hiç mi hiç dokunamaz. Bütün bunlar sanki o güzel doğanın tuhaf ve kaçınılmaz bir parçasıdır. Höss işini ciddiyetle yapan biridir, eşi ve başka gelen giden de bu işin ne olduğuyla ilgilenmeyi gereksiz ya da saçma bulur. Muhtemelen, yakılanlar doğuştan bunu hak etmişlerdir. Belki bugün yok edilmezlerse, ileride ciddi tehditler oluşturacaklardır.
Çok acımasız gibi görünen ve insanda dehşet hissi yaratan bu hikaye neredeyse birebir gerçektir üstelik. Yönetmen ve senarist Jonathan Glazer, yaşananları serinkanlılıkla, gerçeğe olabildiği kadar yakın bir tonda ve slogansız göstermeye çalışır. Tıpkı gerçek hayattaki gibi, gri Auschwitz’e karşılık renkli Alman ailesi hayatı. Yanyana ve içiçe. Arendt’in “kötülüğün sıradanlığı” kavramıyla anlattıklarını kolaylıkla görebiliriz film sayesinde. Bu derece kötülük, bu kadar sıradanlıkla…
Filmde Höss’ün evinde çalışan Polonyalı bir kız vardır bir de. Geceleri gizlice evden çıkıp, kampın yakın çevresine yiyecekler bırakır. Muhtemelen kaçmaya çalışanlara yardım olsun diye. Bize vicdan konusunda küçük de olsa bir açık kapı aralar bu görüntüler. Yeniden Tel Aviv belgeseline dönersek, benzer bir vicdani sesi orada da görüyoruz: B’tselem İnsan Hakları Kuruluşu. Bu kuruluşta da çalışan Sarit Michaeli konuşuyor Cassel’le. Gazze’de yaşananların sorumluluğunun sadece hükümet ve orduda olmadığını, buna ses çıkarmayan İsraillilerin de bu büyük suça ortak olduğunu anlatıyor. Toplumsal rıza üretilirken aradan sıyrılan bir avuç İsrailli seslerini duyurmaya çalışıyor B’tselem’de. Bir de rapor hazırlanmış Gazze’de son dönemlerde yaşananlar hakkında: “Our Genocide” ya da Türkçesiyle Bizim Soykırım!
Evet, Tel Aviv ile Gazze arasında 60 km var. 1 saatlik araba yolculuğu. Renkli, canlı bir hayat ile ölüm ve açlık arasındaki mesafe bundan ibaret. The Guardian’ın hazırladığı bu belgesel günümüzün İlgi Alanı’nın sınırlarını gösteriyor. Nazi dünyasının Yahudi soykırımı için kullandığı gerekçeler ile İsrail hükümetinin ve büyük ölçüde kamuoyunun dayandıkları ya da içlerini rahatlatmak için kullandıkları gerekçeler birbirine benziyor. Bir benzerlik de şu: 2025 yapımı The Zone Of Interest de ilki kadar dehşet verici.