“İsrail, kendisini insanlık ailesinin bir parçasıymış gibi göstermeli… İsrail sosyal medyada eziliyor ve başta MAGAcı muhafazakârlar olmak üzere genç nesil Amerikalıları kaybediyor. Bence bilgi savaşını kaybediyorsunuz ve bu kayıp ileride Amerika’nın siyasi ve askeri desteğini kaybetmenize yol açacak.”
Geçtiğimiz ay milyonların tanık olduğu bir suikasta kurban giden muhafazakar Trumpçı kanaat önderi Charlie Kirk, dört ay önce Netanyahu’ya bu cümlelerin yer aldığı bir mektup yazmış, İsrail’in Amerikan kamuoyunu kaybetmemesi için bazı tavsiyeler vermişti. Suikasttan önceki son zamanlarında Epstein’in Mossad ajanı olduğuna dair teorilere inandığını açıkladığı, İsrail’i eleştiren sağcı isimleri programında sıklıkla konuk ettiği için İsrail’i sıkı bir şekilde savunan Siyonist sağcı Amerikalılar tarafından eleştirilen Charlie Kirk, oldukça haklı tespitler yapmış olsa gerek ki ölümünden sonra gözler hemen İsrail’e çevrildi.
Tucker Carlson, Candace Owens gibi birçok Trumpçı muhafazakar yayıncı ve kanaat önderi, İsrail’in Kirk suikastında parmağı olabileceğini, Kirk’in son zamanlarda İsrail’i eleştirdiği için tehdit edildiğini açıkladı, Epstein hakkındaki sözlerine dikkat çekti. Nitekim, Netanyahu televizyon kanallarını gezerek normal bir ülkenin normal bir liderine yakışmayacak şekilde bu teorilere teker teker yanıt verdi ve Charlie Kirk’i öldürmediğine dair çeşitli açıklamalar yaptı.
Amerikan kamuoyundaki imajı “İsrail uğruna her şeyi yapabilecek, her türlü gaddarlığa imza atabilecek” birine dönüşen Netanyahu, Trump seçmenlerini ikna etmek için Charlie Kirk’in kendisine geçtiğimiz Mayıs ayında ilettiği mektubu medyaya sızdırmak zorunda kaldı. Charlie Kirk suikastının arkasındaki perde henüz aralanmadı. Suikastı yapan kişinin ideolojik haritası, aile geçmişi, arkadaşları oldukça karışık. Mormon muhafazakar Trumpçı bir ailede büyüyen ama muhafazakarlarca trans oda arkadaşının etkisinde kaldığı iddia edilen tetikçinin motivasyonu meçhul. Fakat suikasttan sonra gözlerin hızlıca Netanyahu’ya çevrilmesi ve Kirk’in ölmeden önce Netanyahu’ya ilettiği mektuptaki tespitler İsrail’in ABD’deki algısının yerlerde olduğunun kanıtı.
İsrail başbakanının ortada somut bir delil yokken bile kendisine yönelen okları savurmaya çalışıp “Ben öldürmedim” diye açıklama yapmak zorunda kalmasının yanı sıra, Charlie Kirk mektubunda çok önemli tespitlere imza atıyor ve İsrail’in bir zamanlar belkemiği olan dindar muhafazakar sağcı Trumpçılar arasında da güç kaybettiğini dile getiriyor. Kirk, gittiği her üniversite etkinliğinde sağcı gençlerin İsrail’e tepki gösterdiğini, Amerikan halkının vergilerinin Gazze’deki bir soykırımı finanse etmesinden rahatsız olduklarını, özellikle TikTok’ta İsrail karşıtlığının giderek artmasından yakınıyor.
Anketler de Kirk’i doğrular nitelikte. Geçen haftalarda New York Times/Siena’nın düzenlediği ankete göre siyasi görüş fark etmeksizin 30 yaş altı gençlerin %68’i İsrail’e artık daha fazla askeri ve ekonomik yardımın yapılmasını istemiyor. İsrail’e yönelik tepki her geçen gün anketlere göre özellikle genç Cumhuriyetçiler arasında artıyor. Tucker Carlson, Candace Owens, Nick Fuentes, Alex Jones gibi genç Cumhuriyetçiler arasında etkili olan isimler bu dalgayı hem fark ederek İsrail’e karşı daha fazla eleştiri yapıyor hem de yayınlarıyla bu dalgayı besliyor.
Trump’ın en sıkı destekçilerinden Cumhuriyetçi vekil Marjorie Taylor Greene gibi siyasetçiler ise Trump’ın “First America” (Önce Amerika) sloganının gerçek hayattaki karşılığının “First Israel” (Önce İsrail) olmaması gerektiğini söylüyor, çok sıkı bir şekilde parti içinde İsrail karşıtlığının öncüsü oluyor. Greene geçtiğimiz günlerde İsrail’e yönelik eleştirilerinin ve Epstein belgelerinin tamamen açıklanmasına yönelik talebini dile getirmesi karşısında “intihara meyilli değilim” diyerek bir yabancı devletin kendisini hedef almasından korktuğunu bile dile getirdi.
Taylor’ı gençler arasında en etkili yayıncılardan biri olan Theo Von izledi. Von çok daha açık konuştu: “Asla kendimi öldürmeyi düşünmüyorum. İsrail bunu duy.”
Gazze’deki katliama açıkça “soykırım” diyen Cumhuriyetçi bir vekilin, genç sağcıların sevdiği bir yayıncının İsrail tarafından öldürülmekten korktuğu için kamuoyuna “intihara meyilli değilim” açıklaması yapması korkutucu durabilir, fakat bu durum esas İsrail için korkutucu. Zira İsrail’in bu tür suikastlar yapabilecek, kendisini eleştiren sivilleri katledebilecek kadar gaddar bir ülke olduğu Amerikalılar nezdinde kanıksanmış bile. Yine geçen hafta ABD’nin en eski Yahudi sivil toplum kuruluşlarından biri olan ve özellikle antisemitizmle mücadele alanında faaliyet gösteren ADL’nin Charlie Kirk’in kurduğu Turning Point USA derneğini nefret listesine eklemesi Cumhuriyetçilerde tepki uyandırdı, bugüne kadar ADL ile işbirliği yapan, ADL’nin antisemitizm tanımları doğrultusunda kendi iç eğitimlerini yapan FBI ADL ile bağlantısına son verdi, ADL’e Trump’ın oğlu dahil birçok sağcı siyasetçi saldırdı. ADL, özellikle her türlü İsrail eleştirisinin antisemitizm sayılması için altyapıyı hazırlayan, kamuoyuna propaganda yapan örgütlerden biriydi. Bu denli bir tepkiyle karşılaşması da önemli bir eşikti. Çok kısa bir süre içerisinde eski gücünü hızlıca kaybetti. Tucker Carlson gibi isimler her hafta yeni bir İsrail-ABD ilişkisi rezaletini afişe etmeye başladı. Daha bu hafta Carlson, kısa süren İran Savaşı’nda İsrailli yetkililerin Trump yönetiminin haberi olmadan Pentagon toplantılarına girip herkese emirler yağdırmaya çalıştığını iddia etti.
İsrail Amerika’nın çoğunluğu için artık bir “öcü”. Tam da bu nedenle Netanyahu, Fransa’dan Kanada’ya birçok ülkenin Filistin’i resmen tanıdığı ve her kürsüye çıkan ülkenin İsrail’i kınadığı için belki de siyasi hayatının en önemli diplomatik savaşlarından birini verdiği Birleşmiş Milletler Zirvesi’nde sadece boş salona konuştuğu için değil, boş kalan zamanında TikTok çeken tuhaf ve pek de saygı duyulmayan alt profil sosyal medya fenomenleriyle buluştuğu için de rezil oldu.
Netanyahu onca işin gücün arasında İsrail’in New York Büyükelçiliği’nde TikTokçu fenomenlerle bir araya geldi.
Aslında Netanyahu bu toplantı ile katledilmesini emrettiği iddia edilen Charlie Kirk’in tavsiyelerini yerine getiriyordu. Netanyahu bu toplantıda özellikle İsrail’i eleştiren sağcıları “Nazilere” ve “solculara” benzetti ve kendilerini destekleyen fenomenlere teşekkür etti. Netanyahu’nun bu teşekkürü sadece sözlü değildi. Zira bu görüşmenin ardından İsrail’in aracı lobi kurumları vesilesiyle birçok fenomene maddi destek için 900 bin dolarlık bütçeler ayırdığı, fenomenlere İsrail’i savunan her bir içerik başına 7,000 dolarlık düzenli ödemeler yaptığı ortaya çıkarıldı. Şimdi bu ortaya çıktığı için büyük ihtimalle Amerikan yasalarına göre, her bir fenomenin İsrail ajanı olarak hareket ettiğine dair açıklama yapması ve bunu içeriklerine yazması da gerekecek.
Netanyahu ayrıca bu görüşmede son dönemlerdeki en önemli olayın TikTok’un satılması olduğunu belirtti. Netanyahu oldukça haklıydı, çünkü ABD hükümetinin baskısıyla TikTok, içlerinde çok sıkı bir İsrail destekçisi olan iş insanı yazılım şirketi Oracle’nin sahibi Larry Ellison’ın da arasında bulunduğu bir ekibe satıldı. Özellikle İsrail karşıtlığının örgütlendiği en aktif sosyal medya platformlarından biri olan TikTok’ta işlerin değişmesi kaçınılmaz. Ellison daha öncesinde İsrail’i destekleyen siyasetçilere bağış yapan, özellikle Trump’ın planında Gazze’yi yönetmesi öngörülen Barış Kurulu’na üye olarak öngörülen Tony Blair ile birçok ortaklığı olan, sosyal medyada ifade özgürlüğünün kısıtlanması ve her türlü hareketin kayıt altında alınması gerektiğini savunan otoriter zihniyetli bir İsrail destekçisi.
TikTok, Ellison’ın satın aldığı tek platform değil. Ellison aynı zamanda oğlu aracılığıyla ABD’nin en önde gelen medya şirketlerinden biri olan Paramount’u da satın aldı. Ellison ailesi şirketi devralır almaz ilk iş olarak şirketinin en önemli kanallarından CBS News’in başına İsrail destekçisi Bari Weiss’i getirmeyi akıl etti. CBS News özellikle 60 Minutes gibi özel programlarıyla İsrail’i zora sokan özel haberler yapan kamuoyunun yakından takip ettiği saygın bir haber kanalıydı. Büyük ihtimalle Ellison ailesi, TikTok gibi CBS News’i de İsrail’in propaganda aracı haline getirmeye çalışacak.
Fakat İsrail ve destekçilerinin ne kadar askıda sosyal medya platformu, TV kanalı varsa satın almaya çalışması, halihazırda zaten sanki anaakım medyayı ve kamusal alanın ipleri ellerinde değilmişçesine panik havasıyla hareket etmesi bile kamuoyunu ne denli kaybettiklerinin önemli bir göstergesi.
İsrail destekçileri büyük bir delüzyon içerisinde meselenin kendilerini anlatma yöntemleri ve ellerindeki araçların eksikliği olduğuna inanıyor, isterlerse dünyanın tüm televizyonlarına, sosyal medya platformlarına, megafonlarına sahip olsunlar insanların Gazze soykırımında tanık olduklarını unutamayacaklarına, İsrail’i affetmeyeceklerine pek inanmak istemiyorlar.
Nitekim, geçen haftaki Trump-Netanyahu görüşmesi de Trump’ın eksisiyle artısıyla tepki gören Gazze planı da bu delüzyondan uyanamamanın bir sonucuydu.
İsrail ve Netanyahu, ilk kez 2024 seçimleri boyunca büyük bir yatırım yaptıkları Trump’ı az da olsa karşılarında görmenin ne demek olduğunu anladı, belki de ilk kez Donald Trump İsrail’in ABD Büyükelçisi değil, ABD başkanı olarak konuştu.
Trump, başkan olmaya karar verdi mi?
Kendi partisi içerisindeki İsrail karşıtı ulusalcılarla Marco Rubio gibi çok açık İsrail destekçisi küreselcilerin iç çatışmasının bugüne kadar İsrail kanadında konumlanan Trump, geçen hafta aslında pek de kendisinden beklenmeyen bir açıklamayla Netanyahu’yu karşıladı.
Trump, 2024 seçimleri öncesinde kendisine Batı Şeria’nın ilhakını tanıma vaadiyle 100 milyon dolar bağış yapan İsrail destekçisi Miriam Adelson’ı büyük ihtimalle ekran başında küplere bindirecek şekilde kameralar karşısında açıkça Batı Şeria’nın ilhakını tanımadığını söyledi. Netanyahu ve faşist hükümetinin en büyük talebi ve Filistin’i tanıyan Batı ülkelerine karşı atacağı adım olarak öne sürdüğü en büyük adım Trump tarafından açıkça reddedildi. Böylece Netanyahu hükümeti de bu konudaki planlarını dondurdu.
Yine Axios muhabiri Barak Ravid’e göre Trump açıkladığı Gazze planını önce Müslüman liderlerle BM zirvesinde görüştü, ardından Steve Witkoff ve Jared Kushner Netanyahu’yu ikna etmek için New York’ta başbakan ile özel bir toplantı yaptı. Bu noktada Trump’ın Netanyahu’nun Gazze’nin tehcirini, ilhakını reddeden, İsrail’in Gazze’den çekilmesini öngören, muğlak da olsa Filistinlilerin devlet hakkını zikreden bu planı reddedebileceğini duyunca Ravid’in kulis haberine göre ABD başkanı Netanyahu’yu arayarak tehdit etti ve “ya kabul edersin, ya seni tek bırakırız” diyerek belki de uzun zamandır bir ABD başkanının başvurmadığı bir sertlik kullandı.
İkili görüşmede ise Trump, Netanyahu’nun eline büyük ihtimalle kendi yazdırdığı bir özür metni tutuşturdu, kucağına telefonu alarak Katar Başbakanı’nı aradı ve Netanyahu’ya özür dilettirdi. Bütün bu anlar ise adeta yaramaz bir çocuğun hatası yüzünden başka bir okul velisini arayan sert baba pozu veren Trump ve Netanyahu’nun fotoğraflarının çekilmesi ve Beyaz Saray’ca yayınlanması ile ölümsüzleşti. Trump bu fotoğrafların özellikle görülmesini istedi, özellikle bu pozları verdi.
Trump, Netanyahu ile görüştükten hemen sonra ise İsrail’in uzun yıllardır belki de hayalini kurduğu NATO benzeri bir güvenlik paktını Katar ile ABD’nin yaptığını açıkladı ve Katar’a yapılan herhangi bir saldırının ABD’ye yapılmış sayılacağını ve ABD’nin buna yanıt vereceğini içeren bir kararname imzaladı. Netanyahu belki de istemeden de olsa Katar’a yönelik hiçbir Hamas yöneticisini hedef almayı başaramadığı sonuçsuz bir saldırı nedeniyle Katar’ı ABD ile yakınlaştırdı, terör devleti olmakla suçladığı Katar’ın güvenliğini ABD ile eşitlemiş oldu, bünyesinde Hamas yöneticilerini barındıran Katar’a butik bir NATO hediye etti.
Bu noktada, geçtiğimiz sene Trump’ın önerdiği Rievera Planı’nda olduğu gibi Gazze’nin tehciri ve ilhakı gibi fikirleri barındırmayan ve bu nedenle Netanyahu’nun aşırı sağcı hükümetinin tepkisi çeken plan aslında bir nevi Netanyahu’ya dayatılmış oldu. Netanyahu, Trump’ı kaybetmemek uğruna kendi hükümetini sıkıntıya sokarak planı onayladı.
Nitekim, hükümetindeki aşırı sağcılar henüz görüşme bitmemişken Netanyahu’yu Nazilerle işbirliği yapan Batılı liderlere benzetti ve çok sert bir şekilde İsrail adına taviz vermekle suçladı. Anaakım muhalefet ise Katar’a hediye edilen bu güvenlik anlaşması nedeniyle Netanyahu’yu eleştirdi.
Bu tabloya rağmen elbette Netanyahu’nun da sepeti boş değil.
Barış planı değil, bilek güreşi
Barak Ravid’in haberlerine göre, Netanyahu son dakikada İsrail’in özellikle sınır bölgelerinden olmak üzere Gazze’den tamamen çekilmesini “terör tehdidinin bitmesi” gibi bir muğlak koşula bağlayarak uzatmayı, hatta İsrail’in takdirine bırakmayı başardı.
Yine Hamas’ın rehineleri 72 saat içerisinde topluca bırakması, İsrail Gazze’den tam çekilmeden silahları da bırakıp kendini lağvedecek olması da planı İsrail lehine avantajlı kılan bir diğer husus.
Barak Ravid’in İbranice yazdığı bir diğer kulis haberine göreyse, Netanyahu koalisyon ortaklarına Trump’ın başkan olduğu, emeklilik hayatında kendine sömürge valisi edasıyla alternatif meşgale arayan Tony Blair’in üyesi olacağı Barış Kurulu’nda hiçbir Filistin devlet görevlisinin olmayacağını ve her bir üyenin İsrail’in koyduğu sıkı şartlar sonucu seçileceğini söyledi.
Ravid’in bir diğer iddiası da yapılan son dakika değişikliklerine karşı başta Katar olmak üzere bölge ülkelerinin itiraz etmesine rağmen Trump’ın planı açıklaması ve değişiklik yapılmayacağını belirtmesi.
Plan bu açıdan ilk bakışta İsrail lehine asimetrik. Nitekim Trump’ın planı sunarkenki “Hamas bunu reddederse, Netanyahu gerekeni yapar, desteğimiz tam” açıklaması da bu asimetrinin bir yansıması. Trump’ın İsrail’e cayması durumunda sopayı kamuoyu önünde göstermemesi, önceliğinin her şeye rağmen hâlâ İsrail olduğunu gösteriyor.
Yine plan kapsamında deradikalize olması gereken kesiminin sadece Gazze olarak gösterilmesi de büyük bir rezalet. İsrail özellikle son üç senedir esirlere askerlerce toplu tecavüz edilmesinin televizyonda tartışılıp desteklendiği, bebeklerin çocukların terörist ilan edildiği, aşırı sağcı bakan Ben-Gvir’in deli mayın gibi hapishaneleri dolanıp Sumud aktivistlerini aşağıladığı irrasyonel bir ülke olduğunu kanıtladı. Gözleri önünde tüm ailelerini, bacaklarını, kollarını kaybeden çocukların müfredatının değişip değişmemesinden öte İsrail’in iki milyon kişiyi bir toplama kampına kapatıp ölümüne bombalamasının arkasında eksilmeyen halk desteğinin deradikalize olması şart sanki.
Yine Gazze’nin yönetiminin uluslararası bir kurula verilmesi uluslararası hukuk açısından Gazzelilerin iradelerinin aksine yabancı birileri tarafından yönetilecek olması bakımından halkların kendi kaderini tayin hakkına da aykırı.
Fakat Birleşmiş Milletlere dair her kuralın, soykırımdan işkenceye her türlü temel sözleşmenin, insanlığın en kadim kurallarının ayaklar altına alındığı bu devirde bir anlaşmanın maddelerini detaylıca konuşmak, değerlendirmek, kelimelerin anlamlarına dayanarak çıkarımda bulunmak da sanki biraz naif. Hem Trump hem de İsrail, her türlü anlaşmayı ayaklar altına alarak, her türlü kadim kuralı ezerek iktidarlarını sürdürüyor.
Hele Trump için bu tür detayların hiçbir önemi yok. Trump New York’ta bir rezidans satan tüccar edasıyla masaya oturuyor. Her ne kadar bu durum Filistin için yüreği atanları bugüne kadar üzse de aslında ilerisi için umulmadık bir fırsatının kapısını aralıyor.
Trump’ın insan hakları, Filistinlilerin kendi kaderlerini tayin hakkı, Gazze nasıl umurunda değilse, İsrail-ABD ilişkilerinin kadim geçmişi, Netanyahu, Büyük İsrail de umurunda değil. Trump meseleye sadece pragmatik bir tüccar edasıyla yaklaşıyor.
Özellikle ABD’nin uzun vadede elini ayağını çektiği kalıcı bir Ortadoğu istikrarı arzuluyor. Bu nedenle Netanyahu’ya şimdiden “ne yaparsan yap” demek yerine bir barış planının ortaya çıkması için şartları zorladı.
Bundan daha önemlisi her ne kadar anayasanın açık hükmünce bir daha aday olma şansı olmasa da bir ihtimal bunu başkan yardımcısı adayı olup kukla bir ismi başkan adayı yaparak veya arka plandan ipleri elinde tutarak devam ettirmenin peşinde, bu nedenle kendi tabanından gelen İsrail tepkilerini duyuyor. 2026 ara seçimlerinde de sandık başına gidilecek olması, özellikle Elon Musk gibi bir para makinesini kaybetmesi de hesaba katıldığında kendi seçmeninin İsrail’e tepki göstermesini fark etmesi kaçınılmaz. Fakat bu seçim hesaplarının da ötesinde Trump için Nobel Barış Ödülü ciddi bir kişisel hırs.
Trump, her büyük ABD başkanı gibi geride bir miras (legacy) bırakmak istiyor. Trump için bu Ukrayna ve Gazze’de barış olabilir. Her ne kadar bu ikisinde de oldukça geride olsa da bu konuda somut bir şekilde ABD’nin resmi politikalarının dışına çıkabilme hevesinin sebebi de bu. Belki Trump Nobel almayabilir, ama dünyaya barışı getiren, küresel müdahaleleri azaltan ve en önemlisi Irak İşgali özelinde şeytanlaştırdığı küreselci eski elitlere karşı elde ettiği bir zafer elde eden kişi olarak tarihe yazılmak istiyor.
Bu nedenle bölge ülkelerinin Trump’ı Gazze’nin geçici yönetiminden sorumlu uluslararası kurulun başına aday göstermeleri anlaşılamaz değil. Gazze’deki barışın bozulmamasını Trump için kişisel bir proje haline getirerek yeri geldiğinde bu barışı sekteye uğratan İsrail’e de tepki gösterebilmesini sağlama arzusu var.
Her türlü muğlaklığıyla, İsrail tarafından sömürülmeye açık noktasıyla bu plan aslında bir nihai çözüm değil, bir bilek güreşinin de başlangıcı. Bu planla İsrail belki Hamas’ın silahsızlanmasını sağlayacak ve rehineleri kurtaracak, fakat eğer planın Filistin tarafındaki ülkeler uluslararası askeri gücün Gazze’ye girme takvimini erkene almayı masada başarırsa İsrail’in Gazze’yi ilhak planları bu silahsızlanmaya rağmen dondurucudan geri çıkamayacak.
Filistinliler ile soykırımcı bir ordunun arasına uluslararası bir gücün girmesi oldukça kritik. Bu aşamada bu planı, BM Güvenlik Konseyi’ne getirmek ve ABD’nin kendi planını veto etmemesini sağlayarak barış gücünü uluslararası hukuk ile pekiştirmek, garanti altına almak da akıllıca bir taktik olabilir. Yine bu güce sadece nüfusunun çoğu Müslüman veya Arap ülkeleri değil, İrlanda, İspanya, Fransa gibi Avrupa-NATO ülkelerini de dahil etmek İsrail’e karşı caydırıcılığı arttırabilir.
Birçok kişi Hamas’ın güvence olmadan rehineleri ve silahları bırakmasının mantıksız olduğunu belirtiyor. Anlaşmanın ilk bakışta İsrail lehine olduğu kaçınılmaz. Fakat İsrail Hamas’ın elinde rehineler varken de birçok rehine dahil olmak üzere 70 bine yakın insanı katletti. Hatta beyaz bayrak sallayan İsrailli rehineler bile daha soykırımın ilk günlerinde İsrail güçlerince vuruldu. İsrail’in bu tutumunu devam ettirmesinin önündeki tek engel, İsrail için tek caydırıcı unsur ABD ve Trump. Ve Trump’ın bütün dünyanın gözü önünde verdiği barış vaadi, İsrail’e karşı ilk kez konum değiştirmesi, aldığı milyonlarca dolara rağmen İsrail’in kırmızı çizgilerinden taviz vermesi, bugüne kadar biat edilen İsrail tanrısı karşısında önemli bir adım.
Evet, olması gereken uluslararası bir askeri koalisyon ile İsrail’in durdurulması, Kosova’da olduğu gibi müdahale edilmesi. BM Güvenlik Konseyi kitlense bile bu askeri müdahale için BM Genel Kurulunca “United for Peace” önergesinin kabul edilmesi. Fakat Filistin’i aktif bir şekilde savunan ülkeler arasında ABD’ye rağmen bunu yapabilecek güçlü bir ekonomi, güçlü bir ordu ve güçlü bir hukuk devleti ve bunun peşinden gidebilecek iradede, özerklikte bir ittifak yok. Maalesef üzerine düşünülmesi gereken acı gerçek bu.
Bu acınası durumda önemli olan bu planı lehe çevirebilmek.
Trump bir gülle, mühim olan doğru yere sallamak
Trump’ın sunduğu plan uluslararası hukuka, hakkaniyete, Filistin mücadelesinin hak ettiği mertebeye aykırı bir plan. Ve ne yazık ki, bu plan için bile eşik noktası İsrail’in Katar’ı vurmasının ardından bölge ülkelerinin, özellikle Arap devletlerinin bir araya gelerek ABD ve İsrail’e rest çekmesi oldu. Ne utanç verici ki Gazze’de katledilen binlerce insan bölge ülkelerinin bir araya gelip net bir şekilde ABD’nin karşısına çıkması için yetmedi. Barak Ravid’in iddiasına göre, Steve Witkoff ve Jared Kushner bu birliği gördükten sonra Trump’a barış planını bastırması için tavsiye verdi ve Netanyahu’yu zorladı.
Bu nedenle bugüne kadar somut bir şekilde ortaya konan tek savaş sonrası Gazze planı, Trump’ın planları oldu. Zira Filistin’i savunan ülkeler hiçbir şekilde bir araya gelip bütün detayları içeren hakkaniyetli bir plan üzerinde çalışmadı, bunu dünyaya sunmadı. Masaya elinde somut bir planla gelen taraf sadece ABD oldu. Bu noktada da Trump, daha önce “The Art of the Deal” kitabında anlattığı gibi elini yüksekten açtı ve önce tehciri önerdi, ardından gelen tepkiler üzerine kendisi lehine başka bir planı masaya koydu ve böylece her türlü göreceli kazanan taraf olmayı garantilemeyi amaçladı.
Bölge ülkelerinin alternatif bir plan koyamamasının ötesinde Filistin’i savunan ülkeler ABD ile bu konuyu hep başka konuların yan unsuru olarak görüştü, teker teker ABD ile ilişki kurarak Trump karşısında diğer zaaflarını ve güçsüzlüklerini çok daha görünür kıldı. Halbuki Batı ülkeleri dahil Filistin’in yanında olan ülkelerin hepsi bir arada net bir planla Trump’ın önüne çıksaydı, bazı ülkeler askeri, bazı ülkeler ekonomik bazıları siyasi güç açısından birbirinin Trump karşısında eksiğini kapayabilir ve böylece çok daha az taviz verecek bir şekilde hareket edilebilirdi. Bölge ülkelerinin sadece önlerine bir plan sunulan konumda olmaları ve bu plan üzerinde tartışmaları baştan sıkıntılı bir hezimetti.
Yine de Trump züccaciye dükkanının tam ortasına asılmış bir gülle. Bugüne kadar ezberlenmiş her şeyi dağıtan, yıkan bir gülle. Bu gülleyi doğru şekilde doğru zamanda doğru yere sallamak da mümkün. Bu noktada dün planın rehinelerin tamamen bırakılması, Gazze yönetiminin teknokratik bir Filistinli yapıya devredilmesi gibi kısımları onaylayarak planın diğer kısımları hakkında müzakerelere açık olduğunu belirten Hamas ile taraflar arasında olumlu bir uzlaşmanın sağlanması durumunda, esas mücadele başlayacak ve bölge ülkelerinin nihayet sağladığı bu birliktelik anlaşmanın her bir maddesinin uygulanmasında da gösterilmek zorunda olacak. Nitekim Trump Hamas’ın açıklamasını kendi sosyal medya hesabından paylaştı ve ayrıca bu açıklamayı “evet” olarak kabul ederek Hamas’ın kalıcı bir barışa hazır olduğuna inandığını belirtti, İsrail’in Gazze’deki operasyonlarının hemen durmasını talep etti. İlk aşamada yaşanan olumlu diyalog bile bu planın önemli bir bilek güreşini doğuracağını ve kazananın İsrail olmayabileceğinin kanıtı. Çünkü Trump aslında ilk başta Netanyahu’nun taleplerini anlaşmaya ekleyerek diğer tarafa dayatsa da Hamas’ın cevap metnini kabul ederek rehinelerin bırakılması, İsrail’in çekilmesi ve Gazze yönetiminin teknokratik bir Filistinli yapıya devredilmesinde iki taraflı uzlaşı sağlayarak silahsızlanma gibi konuların görüşülmesini sonraya erteledi. İki tarafı da masada tuttu, özellikle Netanyahu’yu tufaya getirdi.
Doğru şekilde hareket edilirse, Trump’ın kişisel prestijini ve onuru da bu sürece dahil edilirse İsrail’in ayak diremesi, askerlerini çekmemesi veya uluslararası askeri gücün Gazze’ye girmesinin yavaşlaması durumunda Trump ile İsrail’i bu planın uygulanması açısından karşı karşıya getirebilmek de mümkün. Bölge ülkeleri ABD ile ekonomik, askeri, stratejik ilişkilerini, Suriye, Lübnan ve İran’daki dengelerdeki rollerini Gazze’ye endeksleyerek kurarsa ve yeri geldiğinde bir petrol ambargosu olmasa da sert kararlar alabileceklerini gösterirse, omuz omuza hareket etmeyi öğrenirse Trump planın uygulanmasında içinden gelmese bile planı önerirken olduğu gibi İsrail aleyhine adımlar atmaya meyilli olabilir.
Bu ihtimal düşünüldüğünde bile, Filistin’i savunan ülkelerin bugüne kadar oyun kurucu değil, oyunun bir parçası olması her açıdan utanç verici.
Fakat her şeye rağmen, her ne kadar bölge ülkelerinin alternatif bir planı olmasa da çok net bir alternatif planı olan milyonlar var. Onların en cesurları, en iyileri bu hafta Sumud filosuyla Gazze ablukasını delmeye çalıştı. Hatta bir gemi Gazze karasularına girdi bile. Sumud, din, dil, cinsel kimlik, ideoloji, ülke fark etmeksizin Gazze için kendi bedenini, hayatını ortaya koyan yüzlerce sosyalist siyasetçinin, İslamcı yazarın, eşcinsel oyuncunın, iklim aktivistinin İsrail’e karşı ince ince ördüğü bir “plandı”. Gazze merkezli örülen insanlık ittifakı, her türlü elitin, siyasetçinin, koloni zihniyetiyle Gazze’ye bakan lordların, Gazze’yi arsa gören tüccarların iştahını kursağında bırakacak bir hızla büyüyor.
Çok değil bir ay sonra İsrail destekçilerinin en güçlü olduğu New York kentinin Filistin aktivisti Müslüman sosyalist bir belediye başkanı olacak, Gazze Batı’daki seçimleri etkilemeye devam edecek, İtalya’da işçiler sırf Gazze için iş bırakacak.
Filistin için masa başında kurulan planların akıbeti de bölge ülkelerinin Trump güllesini doğru yere sallamayı başarıp başaramayacağı da belirsiz.
Fakat İsrail’in Gazze için yürekleri birbirine bağlayan bu insanlık ittifakının Gazze planını bozamayacağı kesin.
Zira İsrail’in artık Filistin davasını yok etmesi için artık sadece Gazze’yi yok etmesi, Batı Şeria’yı boğması gerekmiyor.
Londra’yı, Roma’yı, New York’u, Madrid’i de bombalaması şart.
Bunu anlamakta güçlük çekiyorsa muhtemelen Sumud’un iki katı gemi, üç katı aktivist, çok daha fazla ünlü ismi taşıyacak bir sonraki Gazze filosuna, Amerika’da İsrail lobisinin fonladığı siyasetçilerin kaybedeceği seçimlere, sırf Gazze için gündelik hayatı, limanları durduracak Avrupalı işçilerin yapacağı grevlerine bakabilir.
İsrail’in telaşı da tam da bu nedenden ötürü. Batı kamuoyunu, gençleri kaybettiklerini görüyor ve bu değişim elitlere etki etmeden hazır Trumplar görevdeyken ve İsrail’e daha yakınken her türlü kazanımı elde etmenin, savaşı daha geniş alana yaymanın, Yemen’den İran’a bölgeyi dizayn etmenin peşinde koşuyor.
Geleceği kaybetmenin paniği ve telaşı bu.
Sindirmesi zor olabilir. Zira bu rüzgarı tersine çevirmek için satın alınan TV kanalları da TikTok da yeterli değil.
Trump’ın planı uygulansın uygulanmasın, bu savaş bitti. Ve kaybeden İsrail oldu.
Ama yine de Trump güllesini İsrail’e doğru sallamaya çalışsak, biraz çabalasak, akıllı davransak pek de fena olmaz sanki.