Ülkeyi kana bulayan alçak darbecilere odunluktan kaptığı sopayla karşı duran, “Evladım kötü şeyler yapıyorsunuz, siz de öldürecekler. Kışlanıza dönün…” diyen bir kadına burada demokrasi dersi vermek beni bilgili yapmaz sadece ahmak yapar. Hain darbecilere tek silahı olan bayrakla karşı duran, çıplak elleri ve bedenleriyle ölüme yürüyüp bu ülkenin karanlık gecesini aydınlığa çıkaran insanlara ancak ve ancak hayranlık duyarım. Onlar, dünya insanlık tarihinin (bana göre) en büyük devrimini gerçekleştirdiler. Kutlu olsun…
15 Temmuz’dan sonra geçmişe dair bildiklerini çöpe atan birisi olarak idam konusunda birkaç kelam etmek istiyorum. Kanlı darbenin halkın önderliğinde bastırılmasından sonra, bu hainliği yapanlara karşı ‘idam’ sesleri yükselmeye başladı. 15-16 Temmuz gecesi yaşananlar, darbeci katillerin yaptığı alçaklıkları görmek, insanlarda bu duyguyu uyandırmasından daha doğal bir şey olamaz. Anlaşılır bir tepki bu. O gece böyle bir alçaklığı yapanları darağacında görmek insanların içini soğutur sadece. Bedelini ise demokratik hukuk devletinden uzaklaşarak öderiz. Geçmişte olduğu gibi…
İdam, her şeyden önce telafisi olmayan yaralar açar toplumda. Ayrıca darbeleri önlemekte hiçbir etkisi de yoktur. Bu ülkede biri post modern olmak üzere gerçekleşen dört ayrı darbede idam cezası vardı. Bu cezalar darbenin yapılmasında caydırıcı olmadığı gibi, darbecilerin kullandığı yasa oldu. 60 darbesinde Menderes ve arkadaşları idam edildi, 71 darbesinde ise Deniz Gezmiş ve arkadaşları. 80 darbesinde ise darbeci Kenan Evren’in deyimiyle ‘sağdan, soldan’ idam sehpasına gönderildi insanlar ki aralarında yaşı büyütülerek asılan 17 yaşındaki Erdal Eren de vardı.
Son darbe girişimi ülke tarihinin en kanlı alçakça girişimiydi. Başarıya ulaşamasa bile bir iç savaşı amaçlamıştı. Darbeyi gerçekleştirmek isteyen FETÖ’nün özelinde toplumda ‘idam’ sesleri yükselmeye başladı. Geçici bir öfkenin tezahürü olabileceğini düşündüğümüz ‘idam’ isteği yeniden millet olmayı başardığımız 7 Ağustos Yenikapı Mitingi’nde doruğa çıktı. Öncelikle kendisine ve bu halka yönelik darbeyi önleyen, bunun için kitleleri harekete geçiren ülkenin lideri ve cumhurun reisi Erdoğan, Meclis’ten böyle bir yasa geçerse onaylayacağını söyledi. Erdoğan, aynı sözü 27 gün süren ‘Demokrasi Nöbetlerinin’ bitiriliş konuşmasında Cumhurbaşkanlığı Sarayı önünde toplanan kalabalık önünde de tekrarladı.
‘Darbecileri asalım’ tartışmaları sürerken ‘idamın’ onarılmaz yaralar açacağını söylediğimde bir arkadaşım, “İdam sehpasında darbecilerin sandalyesini tekmelerim…” dedi. Açıkçası şaşırdım. Bu arkadaşım insanları yaşatmak üzerine yemin etmiş bir doktordu. Sonra kendisiyle telefonda konuştuk, kardeşi 15 Temmuz gecesi köprüde vurulmuş, sakat kalma ihtimali vardı. Kendi deyimiyle ‘akut’ bir dönem geçiriyordu. İnsanlar, 15-16 Temmuz gecesi akut bir dönem geçiriyordu. Ama devamlılığının esas olduğunu düşündüğümüz bir devletin akut bir dönem geçirme şansı da lüksü de yoktu. Bu açıdan bakınca Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın idam ile ilgili söylediklerini tehlikeli buluyorum. Bu tehlike ‘Batı ne der’ den kaynaklanan bir tehlike değil. Umurumda değil ‘batının’ bu ve benzeri konularda ne düşündüğü. Ülkemde yeni insan hakları ihlallerine yol açacağı için tehlikeli buluyorum.
Ayrıca şunu belirtmekte yarar var; halkın bu alçak darbecilere karşı ‘idam’ istemesinin iç soğumasından daha önemli bir nedeni var. Zaman içinde bu alçakça suçu işleyenler, af ve benzeri düzenlemelerle salıverilecekleri ihtimali. Ki, bu ihtimal hiç de yabana atılacak gibi değil. Geçmişte çıkarılan birçok af ve ceza indirimiyle böyle oldu. İnsanlar bunların aldığı cezaların süresi ne olursa olsun çekmesini istiyor. Yoksa 2012 yılında bir grup gazeteciyle birlikte gezdiğim Silivri Cezaevi’ndeki o hücrelerde kalmaktansa ölüm bu alçaklar için kurtuluş olur.
Bu alçakça girişimi yapanlar aldıkları cezayı sonuna kadar çektiği sürece hukuk devleti oluruz. Toplum o hukuk devletine güvenir. İşlenen suça olmayan cezayı geriye dönük olarak işletirseniz, insanlara güven veren bir devlet olamazsınız. Aksine maçın ortasında kuralları değiştiren ve evrensel hukuk kurallarını hiçe sayan bir devlet yapısı ortaya çıkar ki, o devlet yapısı içinde kimse kendini güvende hissedemez.
Not: Yönetmen Alan Parker’in 2003 yılında çektiği, başrollerini Kevin Spacey ile Kate Winslet’in oynadığı The Life of David Gale adlı idam karşıtlığını anlatan filmi izlemekte yarar var…