Ana SayfaYazarlarÇocuklar öldürülmesin...

Çocuklar öldürülmesin…

 

Çocuklar öldürülmesin, şeker de yiyebilsinler… Nazım Hikmet

 

Son yıllarda devleti yönetenlere duyulan öfke, adeta bir halk düşmanlığına dönüştü. Devletin halkına daha ‘adil’ olması için eleştirmenin, daha iyiye güzele gitmenin yerini, direkt olarak onu yok etme adına ne varsa cepheye sürme aldı. Vicdan ambalajına sarılı kelimeler, siyasetin günlük sosuna bandırılıp sürülüyor dolaşıma…

 

“AK Parti tek başına iktidar olursa, iç savaş çıkar” diyenler, öngörüleri bir an önce gerçekleşsin diye elinden geleni ardına koymuyor. Bunu yaparken ölen çocuklar, yoksullar onlar için bir iç savaş cephanesinden ibaret. PKK’nın bölgedeki konjonktüre bağlı olarak başlattığı ‘iç savaş’ denemesi, ‘barışa doyamayan’ Kürt halkını eski kötü günlerin cenderesine soktu. Ölüm ve göç getirdi halka… Gerekli halk desteği de bulmadı; bulmasa da başından beri ‘Kartaca Yıkılmalıdır’ diyenlerde müthiş bir heyecan yarattı, inanılmaz destek gördü.

 

PKK’nın her türlü ahlaksız yöntemi kullanmasının (14-15 yaşındaki çocukları hendeklere doldurmak dahil) bunların gözünde eleştirilecek hiçbir yanı yok. Yazdıklarına bakarsanız, Erdoğan özelinde AK Parti hendekleri kazıp polis, asker ve sivil öldürüp kendi kendine savaşıyor. Ortada PKK diye savaşan bir örgüt yok, ‘masum çocukları’ bahane edip ‘Kürt halkını ablukaya’ alan bir devlet var. ‘Çözüm süreci’ sırasında “Demokrasi olmadan barış olmaz” deyip “PKK’ya sakın silahı bırakmayın” diyenler, şimdilerde ‘barış’ isteyen vicdanlı insanlar oldular. İstedikleri ‘barış’ın ne olduğunu, nasıl olacağını ise kendilerinden başka bilen de yok… ‘Devlet, teslim olsun, oraları PKK’ya bıraksın’ diye açık açık söyleseler en azından dürüstlüklerine inanacağım. Ama onların derdi zaten Kürtlerin kendi kendilerini yönetmesi ya da Kürt halkının ne istediği değil ki, ne olursa olsun ‘Kartaca’nın yıkılması’…

 

Kendilerine ‘Barış Bloğu’ adını veren binin üzerinde akademisyen -ki kendilerine araştırmacı, akademisyen diyorlar- “Bu suça ortak olmayacağız” diye bir bildiri yayınladılar. Haksızlık etmemek için bildiriyi tam beş kez okudum (rakamla 5). İçinde tek bir PKK lafı ve şiddeti geçmeyen insanlık tarihine ‘altın harflerle’ yazılacak bu bildiriye bizim akademisyenler imza attı. Bildiriye itirazım, öncelikle devletten ya da PKK’dan yana tavır almaları değil, gerçeklikten kopuk olması. Bu savaşın tarafı yokmuş gibi, devletin durduk yerde, keyfi uygulamalarla sokağa çıkma yasakları ile birlikte katliam yaptığını iddia etmesi. Devletin kendi egemenlik alanını kontrol altına almak istemesi, ‘katliam’ oluyor bu bildiriye göre. Bu bildiri Kandil’de hazırlanıp KCK konseyinin onayından geçseydi, daha objektif bir dil kullanılırdı.

 

Benim beş kez okuduğum bildiriyi, araştırmacı akademisyenlerin birçoğu okumadan imzalamıştır. Eğer öyle olmasaydı ortaya sürdükleri tezin, anti tezine de yer verir bir sonuca ulaşırlardı; bilimsel gerçeklik ve kendi yaptıkları işe saygı duyma adına… Bu arkadaşları PKK propagandası yapmakla suçlamak yanlış ve abes bence. Öncelikle akademisyenliklerini sorgulamak lazım. Üniversitelerde ortaya attığı tezin anti tezini konuşmadan bir sonuca ulaşan, ulaşabilen ve bunu gerçek kabul edip kamuoyu ile paylaşan akademisyen arkadaşlara tavsiyem önce kendilerine bakıp yaptıkları işi sorgulasınlar. Böylece kendilerine biçtikleri ‘baş müzakereci’ rolünden çok daha fazla hayırları dokunur memlekete. Tek taraflı olduklarını düşündükleri bir savaşta, neyi, kiminle müzakere edecekleri, kime arabuluculuk yapacakları ise ayrı bir muamma…

 

Bir insanın “Çocuklar öldürülmesin” demesi onu vicdanlı biri yapmaz. Normal bir insan yapar… Çocukların öleceğini bile bile bir bombanın atılacağının emrini verenlere (Bkz. Hiroşima) sorsanız, asla istemezler çocukların ölmesini. Ama bir savaş olduğunda önce gerçekler ölür, sonra da çocuklar. Siz o gerçekleri öldürüp çocuklar ve kadınlar üzerinden vicdan sosuna bulanmış, insanın midesini kaldıran siyaset yürütürseniz, sadece yıkıcılık yapmakla kalmaz, kendi çürümüş vicdanınızı parlak bir ambalajla sararsınız. Bir süre sonra da o parlak ambalajın içinde çürümüş vicdanınızla baş başa kalırsınız. Şu anda olduğu gibi…

    

 

- Advertisment -