Dindar-muhafazakâr gençlikteki değişimin ‘büyük’ siyaseti nasıl etkileyeceğini ele aldığım dizinin bu son yazısında, birinciden itibaren ara ara sorduğum bir sorunun cevabını arayacağım. Şöyleydi soru:
“İslamın küresel çapta modernlik ve bilim karşısında yaşadığı sorunlar genç kuşakları dindarlıktan ve cemaatçi yapılardan uzaklaştırıyor, onları bireyselleştiriyor. Bu radikal değişim, Erdoğan’ın dört beş yıl önce dümeni İslamcılıktan milliyetçiliğe kırışının sebeplerinden birini teşkil etmiş olabilir mi?”
Fakat cevabı aramaya başlamadan önce sorunun kışkırtmış olması gereken bir itirazı göğüslemeliyim önce, ki bazı okurlar direkt dile getirdiler bu itirazı:
“Erdoğan’ın dört beş yıl önce dümeni İslamcılıktan milliyetçiliğe kırdığından söz ediyorsunuz… Günümüzü anlamak için ‘Erdoğan ve İslamcılık’tan değil ‘Erdoğan ve milliyetçilik’ten söz etmek tabii ki daha doğru olur, fakat Erdoğan’ın bunu 2015’te, 2016’da yaptığını neye dayanarak bu kadar kesin ifadelerle dile getiriyorsunuz?”
Bu soruya kısa cevabım: 2016 Ocak’ında üç bölüm halinde kaleme aldığım (yani neredeyse beş yıl önce) ve Erdoğan’ın dümeni İslamcılıktan milliyetçiliğe kırmaya başladığını söylediğim yazı dizisine dayanarak söylüyorum: “Temel saflaşmanın ekseni değişiyor: Laiklik yerine millîlik” (1, 2, 3).
Uzun cevabım da, tahmin edileceği gibi o yazılarda ne söylediğimi hatırlatmak olacak.
“Temel saflaşmanın ekseni değişiyor: Laiklik yerine millîlik”
O yazılardaki temel önerme şuydu: Türkiye’de kabaca 1990-2015 arasındaki çeyrek asır temel olarak laik-seküler kesimlerle dindar-muhafazakârlar arasındaki mücadeleyle geçmişti, fakat şimdi temel saflaşmanın “laiklik” eksenine göre değil, “millîlik” eksenine göre belirlendiği yeni bir durum doğmaktaydı, daha doğrusu Erdoğan dümeni İslamcılıktan milliyetçiliğe kırmaya çalışıyordu.
Aslında 2015 sonu – 2016 başı böyle bir iddia için hayli erken görünüyordu. O nedenle bu iddia, “neye dayanarak böyle radikal bir şey söylüyorsun” eleştirilerine karşı somut argümanlar göstermeden öne sürülemezdi. Burada, o argümanları anlatmayacağım, isterseniz dönüp bu argümanların (da) yer aldığı o üç yazıyı okuyabilirsiniz:
Bu yazılarda işaret ettiğim argümanlara dayanarak yaptığım tespitleri şimdi biraz daha açabilirim. Şöyle yazmıştım:
“Düşünüyorum ki, Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı 2015’ten itibaren ‘millîlik’ diye tanımladığı yeni bir eksen belirleyip ülkenin siyasi güçlerini bu eksene göre sınıflamaya başlamış, onları bu eksene göre saf tutmaya zorlamıştır.
“Türkiye’nin neredeyse kurumsal bir özellik taşımaya başlamış güçlü iktidarı ülkede artık ‘laiklik’ eksenine göre belirlenmiş bir saflaşma yerine ‘millîlik’ eksenine göre belirlenmiş bir saflaşma olduğunu ilan edince de bunun ilk anda şaşırtıcı görünen doğal sonuçları olmuştur. Mesela, pozisyonlarını önceki laiklik eksenine göre belirlemiş siyasi güçler durumlarını yeniden gözden geçirmeye başlamışlardır. Bu çerçevede en dikkat çekici tavır değişikliği, ülkenin Atatürkçü-Kemalist-ulusalcı kesimlerinde görülmüş, iktidar partisinin en sert muhalifleri olan bu kesimlerin, iktidara karşı tavırlarını hızla yumuşattığı gözlenmiştir.”
O zaman işaret ettiğim nedenlerin tümü siyasiydi
Peki, iktidar neden böyle bir eksen değiştirme ihtiyacı duymuştu? Ya da bu dizide kullandığım terimlerle söylersek, iktidar 2015’ten itibaren neden dümeni İslamcılıktan milliyetçiliğe kırma ihtiyacı duymuştu?
O zaman, bu değişikliğin altında nelerin yatıyor olabileceğine dair sıraladığım nedenlerin tamamı, iktidarın tercih ettiği ya da karşı karşıya kaldığı siyasi gelişmelerle bağlantılıydı. Arap Baharı’nın sonuçları, Gezi, 17-25 Aralık… 6-7 Ekim olayları… Bütün bunların, iktidarı, “milliyetçiliğe çağrı”nın siyasi getirisinin İslamiyet vurgusundan çok daha fazla olacağı hususunda ikna ettiğini düşünmüştüm.
Şimdi ise, araştırmaların ortaya çıkardığı sonuçlara bakınca (yani muhafazakâr-dindar gençlerin bir taraftan kurumsal dinle aralarına mesafe koymalarına ve sekülerleşmelerine; öbür taraftan milliyetçi bir siyaset diline daha açık olmalarına bakınca), 5-6 yıl önceki dümen kırmanın bir nedeninin de bu eğilimin olabileceğini düşünmeden edemiyorum.
Biliyoruz ki AK Parti henüz kurumsal bir parti olmaktan çıkmamışken sadece yakın dönem siyasi gelişmeleri değil toplumdaki değişimleri de izleyip ölçen bir partiydi. Bu sayede dindar-muhafazakâr gençlerdeki, o zamanlar bu kadar net bir biçimde ortaya çıkmamış değişimi görmüş olmalarının kuvvetle muhtemel olduğunu düşünüyorum.
Bu varsayım geçerliyse, ikinci adım olarak Erdoğan’ın gelecekte, geçmişte olduğu gibi gençleri dindarlık üzerinden mobilize edemeyeceğini görmüş olması da makul bir beklenti olur.
Beş-altı yıl öncesinde AK Parti liderliğinin neyi ne kadar gördüğü; gördükleri şeyler konusunda ileriye matuf ne gibi tedbirler düşündüklerini bilmiyoruz. En azından şimdilik elimizde hiçbir veri yok. Dolayısıyla ancak spekülatif bazı düşünceler dile getirilebilir.
Bunu göze aldığımda benim kanaatim şöyle şekilleniyor: Erdoğan’ın 2015 sonu, 2016 başında dümeni İslamcılıktan milliyetçiliğe kırmasındaki âmillerden biri de o tarihten beş-altı yıl sonra (yani bugünlerde) seçimlerde oy kullanacak beş milyon yeni gencin profiliyle ilgili tahminlerdir. O gençlere bugün Z kuşağı deniyor ve onların 1990’ların, 2000’lerin gençleri gibi din üzerinden siyasallaştırılamayacağını bugün bütün araştırmalar ortaya koyuyor.
Söylemeye gerek yok: AK Parti’nin dindar-muhafazakâr gençlikteki değişimi önceden tespit edip etmemesinin kendisi için bir önemi olabilir fakat toplum açısından bunun bir önemi yok. Önemli olan bu değişimin bizatihi kendisidir ve Türkiye siyasetini baştan ayağa değiştirebilme yeteneğidir.