Kuzey Kore televizyonlarında patatese övgüler yağıyor bugünlerde; ‘Gururumuz patates’ şarkıları yankılanıyor. Ölene kadar iktidarı garantileyen, Kuzey Korelilerin gitmesini aklından dahi geçirmesinin yasak olduğu Kim Jong-un, patates tarlarında o gülen yüzüyle fotoğraflar veriyor halkına. Ülkenin asıl gıda maddesi olan pirinç üretiminin kuraklık nedeniyle azalması, patatesi bir anda ülkenin yıldızı yaptı.
Aslında bu, patatesin Kuzey Kore’deki ikinci iktidarı; 90’lı yıllarda benzer bir kampanyayı şimdiki liderin babası Kim Jong-il yürütmüştü.
30 yıl sonra yeniden popüler olan patates sefasını sürerken, aklıma bizim ülkemizde kısa bir süre iktidarda kalan 80’li yılların popüler yiyeceği mercimek geldi.
12 Eylül darbesinin iktidara getirdiği bir üründür mercimek. Her gün artan enflasyonla birlikte et fiyatlarının yükselmesinin önüne geçemeyen darbeci generaller, Kuzey Kore kadar sert olamadıkları için çareyi halka “protein değeri et kadar yüksek” mercimek yedirmekte buldu. Halkın yoğun mercimek bombardımanına tutulmasının iki nedeni vardı. Birincisi etten çok ucuzdu, ikincisi ise devletin elinde üretim fazlası vardı.
Mercimeği halka yedirmenin öncülerinden biri, ülkenin ilk diyetisyenlerinden Prof. Ayşe Baysal’dı. Televizyonda yaptığı diyet programlarında, ‘Mercimek ye evladım!’ sloganıyla akıllara kazındı. Böylece Ayşe Baysal, yaşadığı sürece gururla taşıdığı ‘mercimek teyze’ unvanına kavuştu.
Bu yoğun propaganda bilinçaltıma öyle bir işlemiş ki, mercimek çorbası içerken aklıma hâlâ o yıllar gelir. Aslında diktatörlerin tek kanallı televizyonlarda halkın üzerine boca ettiği propagandanın ne kadar etkili olduğuna dair bir örnektir, mercimeğin o yıllardaki hikâyesi.
Günümüzde, bırakın fazlasını, tüketimi karşılayacak kadar bile üretilmediği için diğer bakliyat ürünleriyle birlikte ithal edilen ve vergi indirimi uygulanan mercimek, hayatımda değişik zamanlarda hep önemli bir yere sahip oldu.
Mercimekle unutulmaz anılarımın ilki lise yıllarına aittir. Rize’de Liman Lokantası var; bütün lokantalar gibi ekmekten para almaz. Üç arkadaş sabahın köründe bu lokantaya gittik. Cebimizde sadece bir çorba içecek para var. İlk kaşıkta önümüzde duran ekmek selesi bitti. Çorbayı ekmeğe katık ederek içiyoruz çünkü. Garson ikinci seleyi getirdi, bir süre sonra üçüncüyü. Arkadaşım Halil dördüncü seleyi isteyecekti ki engel oldum. O âna kadar iştahla yemek yememizi izleyen ve bize ekmek taşıyan garson iş hesap vermeye gelince elini kaldırdı. “Hesap ödemenize gerek yok” dedi ve ekledi: “Bir daha buraya gelmeyin!” Bu nazik kovulmadan sonra uzunca bir süre oraya gitmedim.
Bu vesileyle şunu eklemek istiyorum. Bana göre en iyi süzme mercimek çorbası Rize Liman Lokantası’nda yapılır. Bol tereyağı ile yapılan çorbanın tadına doyum olmaz.
Üniversite yıllarımda ise, Süleymaniye Doğum Evinin yanında bulunan kolsuz Şeref abinin küçük çorbacı dükkânı hayatımda önemli yer edindi. Sadece ekmeği katık ettiğimiz mercimek çorbası ve acılı ayran içmek için değil; değişik vesilelerle toplandığımız bir yerdi o dükkân. Şeref abi, 1950’li yıllarda açtığı dükkânı ölene kadar işletti. Elinden ülkenin sonradan önemli olacak insanları geçmiş, onları dükkânında ağırlamıştı; öyle anlatırdı. O zamanlar para almadığı öğrenciler vardı, ki bizden de arada almazdı. İşte o öğrenciler yıllar sonra gelip fazlasıyla öderdi.
Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının dükkânına geldiğini söylerdi. O yıllarda abartılı bulurdum söylediklerini. Yıllar geçip iş güç sahibi olduktan sonra, 24 saat açık olan dükkâna değişik vesilelerle uğradığımda anladım, çoğunun gerçek olduğunu.
Vedat Türkali’nin ‘Bekle bizi İstanbul’ şiiri Onur Akın tarafından orada bestelendiğinde ilk dinleyenlerdendim. Kore halkı o şiirde dendiği gibi ‘Haramilerin saltanatını yıkacağız’a çok uzak duruyor şimdilerde. Onun yerine, haramilerin ön ayak olduğu patates bombardımanına tutulmuş durumdalar. Fakat “mercimek etten iyi” diyen haramiler nasıl gittiyse, “patates pirinçten iyi” diyenler de gidecek elbet bir gün.