Yangın

Sen susmaya devam et. Sen sus bu telefon susmasın. Bu saatlerde arayan belli. Sürekli aynı şeyleri anlatan biri. Yakın arkadaş, dost, ne dersen de. Aklı gitmiş işte. Aklı gitmişlerle delileri karıştırma. Bu büyük cahillik olur. Yapraklarını çekerim senin.

Bu rüzgâr nereden esiyor böyle? Anlamamış gibi yapıyor her dokunduğunda zihnime. Unutmak istediklerimi de alıp götürür müsün? Cevap vermiyor. Cevap vermiyor sorularımın sahipleri. Vermeyecekler. Dilsiz muhataplar edinmişim bir kere. Kolayca incinen ve dilsiz muhataplar. Size ne ki öyle delirmiş gözlerle bakıp duruyorsunuz bana! Size ne arkadaşlığımdan duvarlarla. Benim bu hallerim modaya uygun. Modaya uygun haller kraliçesiyim ben. Hepimiz birbirimizden deliyiz. Görmüyor musun? Senin bakışların benim sorularımla pek uyumlu. Aslına sadık kalmış bir delirme değil bu. Değişmiş. Hangi ellerde olduğuna bağlı olarak değişmiş. Güzelliği de buradan. Meyus meyus bakma bana. Evet sana diyorum. Evet ismini bilmediğim için kendi taktığım adınla sesleneceğim sana. -Yapraklı-. Yapraklısın evet. Adın Yapraklı. Biraz daha susarsan, bütün yapraklarını yakmam gerekecek. O zaman ismin de kalmayacak benim dünyamda. İnsanlar senin kadar şanslı değil. Cayır cayır yandıklarında bile geriye kalan tek şey isimleri. Çok konuştuklarından galiba. Aranızdaki tek fark bu. Sen susmaya devam et. Sen sus bu telefon susmasın. Bu saatlerde arayan belli. Sürekli aynı şeyleri anlatan biri. Yakın arkadaş, dost, ne dersen de. Aklı gitmiş işte. Aklı gitmişlerle delileri karıştırma. Bu büyük cahillik olur. Yapraklarını çekerim senin. Deliler aynı hikâyeyi anlatıp durmaz bir kere. Bu aklı gidikleri zamanın bir yerinde bırakıp üstüne kapıyı kapatmışlar, ellerine de anahtarı vermişler. Bu aklı gidikler ellerinde anahtar odadan çıkmaz, aynı şeyi yaşayıp dururlar. Biz öyle miyiz? Sana aynı hikâyeyi defalarca anlattığım oldu mu hiç? Bizim üstümüze kapattıkları kapıları kaç kez kilitlediler biliyor musun? Nereden bileceksin! Bizim bu aklı gidiklerle hikâyemiz farklı. Senin insanlarla farklı olman gibi. Açsam telefonu, korkuyorum. Siz benden korkmadan önce ben sizlerden korkuyordum. Benim yaşadıklarımın bulaşıcılığı yok. Hepimiz farklı yerinden ayırıyoruz saçlarımızı. Ya siz? Aynı yerde, aynı şeyleri yapıp duruyorsunuz. Bulaşıcı olan sizsiniz. Arkadaş da olsa insan aynı şeyi en fazla otuz beş defa dinleyebiliyor. Saydım. Üşenmedim saydım. En son onun yerine ben anlattım kendisine olanları. Nasıl da öğrenmişsin dedi. Sonra yine aynı şeyleri anlattı. Bir hizada duran misketler gibi dinliyorum. Aynı hatıra ile dağılıyorum. Aynı şeyleri yaşamak dağıtıyor beni. Zihnimin parçaları kaçışıyor. Bu odanın her bir köşesine kaçıyorlar. Çıkamadıkları odanın içinde kaçışan misketler gibiyim. Sonsuza dek yuvarlanıp gideceğim bir yokuş arıyorum. Kapı deliğine sığınıyorum. Sığındığım yerin yüceliğine bakar mısın? Benim Tanrım bir kapı deliğinde. Bir kapı aralığında. Kapıdan sızan ışıkta. Bir kapının ardında benim Tanrım. Kilidimi elime vereceği günü beklemiyorum. İsyancı değilim ben. İsyancılar delirmez. Susan insanların delilikleri büyüktür. Cesur adamlardan kahraman, bizim gibi sessiz misketlerden deliler oluşur. Korkakların Tanrısı da korkak. Kilidi kapının üstünde tutmaz. Ne oldu? Seni bu saksıya diktim diye Tanrı mı sandın beni? Ben senin ismini bile bilmiyorum. Yapraklı diye sesleniyorum aramızda bir ilişki olsun diye. İnsan bir boşluğa seslendiğinde o saygınlığı kazanamıyor çünkü. Denedim. Duvarlara bile isim takmışlığım var. Fakat duvarlar saygısız. Bazen olmayınca olmuyor. Hayal kırıklığına uğramış insanlara özgü bir soğukluğu var bu duvarların. Alsam, üstüne seni assam bana mısın demez. Isınmaz içi. Sırtını buna yaslayan zatürre olur maazallah. Bu duvarlar insanoğlunu hor kullanıyor. Pek az zevkle yetiniyorlar diye düşünüyorum. Bu da insanlarla arasındaki fark olsa gerek. Yaksan, birlikte yanarsın. Öyle bir dostluk duvarlarla. Yanmayı göze alacaksan cezalandıracaksın. Yoksa gereksiz bir kahramanlık olur. Fakat deliler yakmakla meşhurdur, evlerini değil. Duvarları. Söz konusu saygınlıksa kazanırız. Göreceksin senin de saygınlığını kazanacağım. Sürekli konuşmak isteyeceksin benimle. Dur, bak yine aynı rüzgâr. Bu odanın içinde dolanıp duruyor. Nereden geliyor. İçimde esiyor. İçime esiyor. Rüzgârlar bu rüzgârlar. Bizim ruhumuz. Bizlerin ruhu. Dolanıyorlar odanın içinde. Kapı deliğinden kaçacak gibi oluyor çoğu zaman. Tanrı’nın titreyen dişlerini duyumsuyorum. Çok komik oluyor. Burada gülünce bir insanı cezalandıracak kadar kaçık kimse yok. Bir odanın içinde insanın bu denli kendini şanslı hissetmesi hep bundan. Gülebilmekten. Gülünç olan ve gülünç olmayan her şeye gülmekten. Güldürmekten. Ruhum oyun oynuyor. Bir rüzgâra dönüşmüş, kapı deliği ile dans ediyor. İstese kaçar gider. Sevişir gider. Kimse hayır diyemez bu oyuna. Kuralına göre oynanan oyuna kimse karşı gelemez. Gitmiyor. Bugünlük bu kadar oyun yeter. Donacağım yoksa geri dön. İçime dön. Eşiklerde sevişen yorgun bir ruh olarak dönüyor. Anlattıklarımız farklı. Oyunlar hep aynı bizde. Güçlükle soluyan bir rüzgâr ciğerlerimin içinde. Öksürük tutuyor. Boğmayan bir öksürük bu. Rahatlatan cinsten. Temizliyor boğazımda biriken sancılı doğumumu. Doğarken ağlamayanlar kervanına katıyor beni. Gülmek için geliyoruz biz dünyaya. Biz deliler dünyaya ağlamak için gelmedik. Duyun. Ağlamak güçlü insanların işi ey siz. Ey siz! Evet çok güzel bir hitap şekli. Ey sizler! Bir salyangoz gibi gözyaşlarınıza tırmanan cesaretinizden dolayı sizleri kutlarım. Ey siz! Sizler. Sizin gözyaşlarınızı silen anneleriniz, babalarınız, yavrularınız varken, biz kökünden kestik, doğduğumuz günü, doğumumuzu, doğuran yerlerimizi. En son bir erkeğin ağzında paramparça olmuş cümleler gibi, yalanlar içinde geviş getiren bir hokkabazın kalbinde, sizin kulaklarınız sağırken çığlıklar atıyordu. Sizler Ey olan sizler ne yaptınız? Hiç. Bir hiç. Elimle öldürdüm rahmimde biriken bir avuç kanı. Hokkabazların çocukları şeytandır! Yalancı adamlar hokkabazdır! Siz yaşasın diye başlarken cümlelerinize, biz susarız. Ölsün! Deliliğimize şahitlik edecek her acı ölsün. Onlardan gelecek her acı gömülsün rahmimize. Kilitlensin doğumun eşiği. Doğumun aralığı. Doğumun aydınlığı kararsın! Tir tir titresin Tanrılarım, doğacak çocuklarımın aklından. İsyana hayır! Doğmaya hayır. Bir avuç kan kurusun içimde. Hokkabazlar yaşasın. Deliler gülsün! Bu oda çok fazla kalabalıklaştı değil mi? İlk isyan bu kalabalığa karşı oldu. Ey sizlere karşı. Yeni bir doğumdan bahsediyor Yapraklı. Sesini duyuyor musunuz? Defalarca doğmuş olan bir insandan bahsediyor. Defalarca öldü de o zaman diyorum. Öyle kolay değil diyor. Ölmüyor diyor. Ölmüyorum. Defalarca çıkıyorum bir yerden, bir odadan. Bir odadan bir diğer odaya çıkıyorum. Bir odadan bir odaya doğuyorum. Bir avuç kanın kurumasını bekliyorum. Kıyamıyor bana annem. Bu kadın Tanrı’ya inanmayı ne zaman bıraktı. İsyancı bir kadın! Bilmiyor musun korkusuz Tanrın senin. Geçir eline bir avuç kanı. Geçirmiyor. En son bu odanın içinde uyanıyorum, gülerek. Beni kurtardığını düşündüğü yer, yakmam gereken bir dört duvarın ortası. İsmini bilmediğim sadece tek bir yaprağı olan çiçekle. Ben yakmasam yaprak düştü düşecek. İnandırmaya çalışıyorum dalının güçlü olduğuna. Yapraklı diyorum. İnanırsa tutunur. Telefonlar yaşama tutunmuşların cephesinde. Açmak istemediğim o telefonlar. Aynı şeyleri anlatıp duruyorlar.

‘‘Göreceksin, yeniden başlayacağız. Tertemiz bir sayfa açacağız.’’

Otuz altı. Aynı hikâyeyi dinledim. Yaprak düştü. İkimiz de inanmadık duyduklarımıza. Yeniden ölebilecek miyiz Yapraklı?

- Advertisment -