Osman Kavala, varlıklı bir işadamı; ancak sadece kendi işleriyle meşgul olan ve dünyanın geri kalanına kapılarını kapatan biri de değil. Maddi ve manevi birçok imkâna sahip; o da bu imkânları sivil toplum çalışmalarına hasrediyor. Kavala’nın başında bulunduğu Anadolu Kültür, hem kendi yaptığı hem de desteklediği projelerle sivil topluma ciddi katkılar sağlıyor. Dolayısıyla Kavala, işadamı kimliğinden öte ve ondan önce, sivil toplumcu kimliğiyle tanınıyor.
Kavala, bundan bir yıl önce tutuklandı. İktidarı destekleyen medyada Kavala aleyhine yoğun bir kampanya yürütüldü. Zerre kadar doğruluk kaygısı gözetmeyen çarşaf çarşaf haberler yapıldı. Gezi’den tutun meşum darbe teşebbüsüne kadar bütün kötülükler bir yerinden ona bağlanmaya çalışıldı. Birçok sıfat layık görüldü ona; kâh “Gezi’nin mimarı” ilan edildi, kâh “Soros’un adamı” oldu. Arada “Kızıl milyarder” olduğu keşfedildi.
İktidar medyasının kafası berraktı: Kavala’nın bağlantıları ortadaydı. İşte Henri Barkey ile bilmem kaç kere görüşmüştü. Yaptıklarını zaten konuşmaya değmezdi, anayasal düzeni yıkmak ve hükümeti devirmek için yapılan her şer eyleminin altında onun imzası vardı. Dolayısıyla suçluydu. Burası artık “Eski Türkiye” değildi. Kimsenin imtiyazı yoktu. Herkes gibi Kavala da cezası neyse çekecekti.
Ağır ithamların kofluğu
Yoğun bombardıman bir süre devam etti. Eldeki malzeme tükenip de toz duman aralanınca bu büyük büyük lafların ve ağır ağır ithamların kofluğu meydana çıktı. Başta Yıldıray Oğur olmak üzere bazı gazeteciler Kavala’ya yöneltilen suçlamaların altının ne kadar boş olduğunu tane tane yazdılar. Suçlamaların dayanaktan yoksunluğunu ve keyfe kederliğini gösterdiler. Soruşturmanın ipliğini pazara çıkardılar.
Aslında daha baştan bunun hukuki değil siyasi bir operasyon olduğu belliydi. Hedef, muhalif olan ya da muhalif olma potansiyeli taşıyan sivil toplum örgütlerinin gözünü korkutmaktı. Sivil toplum bu yolla kontrol altına alınacaktı. Osman Kavala da simge bir isimdi. Eğer o sudan sebeplerle de olsa tutulup cezaevine gönderilse, bu, herkeste kendisinin tutuklanabileceğine dair bir endişeyi, bir korkuyu tetiklerdi. Korku dalga dalga yayılır, sivil toplum da geri adım atar ve iktidarın istediği yere çekilirdi.
Bir eleştiri olarak değil ama bir tespit olarak belirtebilirim ki, iktidar bu hedefini tutturdu. Son bir yılda sivil toplum durağanlaştı, bir kaza belaya uğramamak için oto-kontrolü ve hatta oto-sansürü en üst seviyeye çıkardı. Gerek STK’lar ve gerek araştırmacılar riskli sahalardan uzak durmaya gayret ettiler. Faaliyetler genellikle sorun teşkil etmeyeceği hesaplanan düşünülen alanlara kaydırıldı.
Çürük deliller ve yazılamayan iddianame
Ancak bu siyasi başarı (!), Kavala dosyasındaki hukuki garabeti örtemedi. Tutuklamanın üzerinden bir yıldan fazla bir vakit geçmesine rağmen ortada halen bir iddianame yok. Anlaşılan, Kavala’nın gerçek yüzünü ifşa edeceği belirtilen, yeri yerinden oynatacağı söylenen o sözüm ona deliller (!) o kadar çürük ki, onlarla bir iddianame bile yazılamıyor. Yani Kavala Dosyası, hazırlayanların elinde patlamış durumda.
Şimdi, bu hukuk faciasıyla yüzleşmek ve yarattığı mağduriyeti gidermeye çalışmak yerine, yine hukuksuz bir adım atıldı. Şafak vakti Anadolu Kültür’e baskın yapıldı, aralarında Turgut Tarhanlı Hocamızın da bulunduğu çok sayıda akademisyen ve STK yöneticisi gözaltına alındı.
Delil açığı
Operasyon, akla ziyan; evvela yapılma yöntemiyle. Zira Savcılıktan bir davet almaları durumunda bu insanların davete icabet edecekleri ve gidip ifade verecekleri tartışma götürmez. Onları çok tehlikeli suçlularmış ve suçüstü ele geçirilmişlermiş gibi böyle gece yarılarında veya sabahın kör saatlerinde evlerini basarak gözaltına almak öncelikle hukuka aykırı. Ayrıca ayıp da.
Kaldı ki bu soruşturma 2014’te başlamış. Bugün gözaltına alınanların hiçbirinin bundan haberi yok. İlgili makamlar dört yıldır bu kişiler için tek bir işlem yapmamışlar. Mesela bir telefon etme zahmetine dahi katlanmamışlar. O halde bu geç kalmış acelenin, bu celallenmenin sebebi nedir? Ani bir aydınlanma yaşadıkları ve birden gerçeğin sırrına erdikleri söylenemeyeceğine göre ilgili makamların böyle aşka gelmelerinin altında bir başka sebep yatıyor olsa gerektir.
O sebep, delil açığıdır. Artık fiili bir cezaya dönüşen tutukluluk süreci, Savcılığın elinde Kavala hakkında bir iddianameye temel teşkil etmeye yetecek kadar dahi delil olmadığına işaret ediyor. Dolayısıyla operasyonun amacını da burada aramak gerekiyor. Yöneldiği kimseler ve icra ediliş şekli, bu operasyonun Kavala aleyhine delil bulmak, daha doğrusu delil üretmek için yapıldığını belli ediyor. Olmayan bir şey bulunmaz çünkü, ancak üretilir. Zaten İstanbul Emniyeti’nin konuyla alakalı olarak yayınladığı açıklama bu niyeti ortaya döküyor. İbretlik bir açıklama bu; masumiyet karinesini ihlal ediyor, hiçbir kanunda suç olmayan eylemleri suç gibi yansıtıyor.
Görünen o ki, Emniyet ve Savcılık bir taraftan kişi sayısını artırarak zaman kazanmak, diğer taraftan da derin ve çok boyutlu bir dosyayla uğraştıkları intibaını vererek tahliye baskısını engellemeye çalışıyor. Bu da Kavala Dosyasındaki akıl tutulmasının geldiği aşamayı gösteriyor.
Çok parçalı devlet
Aklıma takılan bir konuyla bitireyim. İktidar önceki gün, yurt dışındaki parlak beyinleri Türkiye’yi çekmek için cazip öneriler içeren bir paket açıkladı. Sabahı bu operasyon oldu. Peki, dünyanın bütün maddi olanaklarını ayaklarına serse de araştırmacıların bu şartlar altında Türkiye’ye gelmeyeceğini, iktidar bilmez mi? Bilir herhalde.
Hakeza iktidar, Avrupa Birliği ile işleri doğrultmaya çabalıyor. Ardı ardına toplantılar yapılıyor. Gelecek hafta üst düzey görüşmelerde tarafların bir araya gelmesi bekleniyor. Her iki tarafın da uzunca bir dönemdir neredeyse buzdolabına konmuş ilişkilere yeniden ivme kazandırılması yönünde bir iradeye sahip olduğu gözleniyor.
Peki, tam da bu sırada mantıkla bağdaşır bir tarafı bulunmayan iddialarla akademisyen ve STK temsilcilerinin gözaltına alınmasının bu çabalara sekte vuracağını hükümet bilmez mi? Onu da bilir herhalde.
Öyleyse bu durumu nasıl okumalı? Ben, Kavala’nın tutuklanmasında iktidarın doğrudan dahlinin olduğu kanısındayım. Nedenini yukarıda açıklamaya çalıştım. Ancak bu son operasyonun da iktidarın isteği ya da yönlendirmesiyle yapıldığı tezine şüpheyle yaklaşıyorum. Aksine bunun iktidara karşı yapıldığını düşünüyorum. Çünkü bu operasyonun, sadece normalleşme kanallarının tıkanmasına ve bilhassa AB ile yakınlaşma ihtimalinin bertaraf edilmesine hizmet ettiği açık. Bunun ise iktidara bir faydası yok. Tersine iktidarın son dönem çabalarını boşa çıkaran ve ona zarar veren bir tarafı var.
Bunu söylemek iktidarı temize çekmek anlamına gelmez. Şüphesiz siyaseten sorumlu odur, eleştiri oklarının ona yönelmesi de doğaldır. Ancak bu, Türkiye’de devletin çok parçalı yapısını göz ardı etmemizi de gerektirmez.
Not: Yazıyı bitirdiğim sırada gözaltına alınanlardan Turgut Tarhanlı, Asena Günal, Bora Sarı ve Meltem Aslan’ın serbest bırakıldığı haberi geldi. Memlekette az buçuk bir hukuk nosyonu kalmışsa, başka türlüsünün olması da beklenemezdi. Gözaltında tutulan diğer akademisyen ve STK yöneticilerinin de hemen salıverilmelerini umuyor ve bekliyorum.