Son bir asırda hep böyleydi, ama bugünlerde Ortadoğu’da zaman daha bir hızlı akıyor. Aktörler fazla, menfaatler değişken, ilişkiler esnek ve ihtimaller çeşitli bu coğrafyada. Dolayısıyla 24 saat sonra nelerin olabileceğini önceden kestirebilmek son derece güç. İdlib meselesinde yaşananlar da bu güçlüğün bir teyidi niteliğinde.
Daha iki hafta önce İdlib’de bir fırtınanın ayak sesleri yaklaşıyordu. Rusya ve Suriye, İdlib’e bir askeri operasyon düzenleyeceklerini ilân ediyorlardı. İran, bir “terörist yuvasına dönüşen” İdlib’in “temizlenmesi” gerektiğini belirtiyordu. İdlib’deki silahlı muhalif gruplar teslim olmayacaklarını ve çatışmaya hazır olduklarını açıklıyorlardı. Karşılıklı hazırlıklar son hız devam ediyordu. Astana’nın garantörlerinin Tahran’da yaptıkları toplantı, üç ülke arasındaki görüş farklılıklarının tescillenmesi ile neticeleniyordu. Velhasıl bütün işaretler İdlib’de büyük bir askeri operasyonun elinin kulağında olduğuna delalet ediyordu.
Ancak Tahran’da sonra sıklaşan diplomasi trafiği işin rengini değiştirdi. Soçi’de yaptıkları görüşmede Putin ve Erdoğan, İdlib’de 15-20 km. derinliğinde bir “silâhsızlandırılmış bölge” oluşturulması noktasında mutabakata vardılar. Mutabakata göre, 15 Ekim’den itibaren silâhlı gruplar ağır silâhlarını bırakıp tâyin edilen bölgenin dışına çıkacaklar. Radikal grupların tesbiti için iki ülkenin istihbarat birimleri ortak çalışma yürütecek. Bu grupların silâhlarını bırakmasını Türkiye üstlenecek. Rusya, rejimin İdlib’e yönelik bir saldırı yapmasını engelleyecek. Silâhsızlandırılmış bölgenin güvenliği ise Rusya ve Türkiye’nin koordineli devriye faaliyetleriyle sağlanacak.
Erdoğan’ın başarısı
Moskova ve Ankara’nın Suriye’de rejim ve muhalifler arasında silâhlardan arındırılmış bir bölgenin kurulması hususunda uzlaşmaya varmalarını, Erdoğan’ın hesabına büyük diplomatik bir başarı olarak kaydetmek gerekir. Zira daha bir hafta önce rüzgâr ters bir yönden esiyordu. Tahran’da Erdoğan’ın “ateşkes” talebi müttefiklerinin büyük itirazlarıyla karşılaşmıştı. Fakat aradan geçen kısa sürede Erdoğan’ın yürüttüğü temaslar meyvesini verdi. Üretilen silâhsızlandırılmış bölge formülü ile fiili bir ateşkes düzeni yaratıldı. Suriye ve İran, bu anlaşmadan duydukları memnuniyeti ifade ettiler. Birleşmiş Milletler’den de anlaşmaya destek geldi. Günün sonunda Erdoğan’ın istediği — hem de bütün tarafların kabulüyle — gerçekleşmiş oldu.
Soçi’de varılan anlaşmanın Türkiye’ye başlıca iki noktada nefes aldırdığı söylenebilir. İlki, İdlib’e Suriye ve Rusya tarafından gerçekleştirilecek kapsamlı bir operasyon — menfi mânâda — en fazla Türkiye’ye tesir edecekti. Büyük bir yıkım tablosu ve ona eşlik edecek bir göç dalgası, Türkiye’nin zaten omuzlarında taşımakta olduğu insani, siyasi ve mali yükleri daha da ağırlaştıracak ve altından kalkılması güç bir hale getirecekti. Silahsızlandırılmış bölge çözümü, adım adım yaklaşmakta olan bu kıyameti — en azından şimdilik — durdurdu.
İkincisi, Türkiye’nin hâlihazırda İdlib’de 12 tane gözlem noktası var. Soçi’deki anlaşmadan ardından Türkiye hem bu gözlem noktalarını tahkim edecek, hem de Rusya ile birlikte yapacağı ortak devriye faaliyetleri için Suriye’ye daha fazla askeri güç aktaracak. Öte yandan, eğer her şey kararlaştırıldığı gibi ilerler ve Türkiye İdlib’i HTŞ’den arındırırsa, Türkiye’nin desteklediği muhalif grupların Suriye denklemindeki muhataplıkları ve etkileri artacak. Dolayısıyla Soçi’nin gerek askeri ve gerekse siyasi açıdan Türkiye’yi Suriye masasında kuvvetlendiren bir hamle olduğu söylemek mümkün.
Tek taşla birçok kuş vuran Rusya
Soçi’den Rusya da kazançlı çıktı. Üç kazanımı var Rusya’nın. Evvelâ, silâhsızlandırılacak olan bölge, Rusya’nın ve Suriye’nin öncelikli tehlike olarak gördüğü alanları kapsıyor. Silâhsız ara bölge sayesinde hem Rusya’nın askeri üslerine İdlib üzerinden saldırılar yapılmasının, hem de muhaliflerin Halep ve Lazkiye’yi tehdit etmelerinin önüne geçilmiş oluyor. Ayrıca Rusya, Halep-Lazkiye ve Halep-Hama otoyollarının bu yılın sonuna kadar transit geçişe açılacağını da duyurdu. Bunun hem Rusya’yı hem de rejimi güçlendireceği kuşkusuzudur.
Saniyen, İdlib Rusya’nın çözmek zorunda olduğu bir sorundu. Rusya askeri üslerinin güvenliğini temin etmek ve alanı rejim için daha korunaklı kılmak için, eninde sonunda İdlib’e müdahale edecekti. Soçi mutabakatı, Rusya’nın önüne koyduğu bu işlerin önemli bir kısmını Türkiye’ye devretmesini sağladı. Daha açık bir anlatımla Moskova, Ankara’ya “Madem bir askeri operasyona gerek kalmadan İdlib’i radikallerden temizleyebileceğini iddia ediyorsun, o zaman buyur yap!” dedi. Yani ateşin içindeki kestaneleri çıkarmak, Türkiye’ye kaldı.
Salisen, Soçi ile birlikte Rusya birçok diplomatik artıyı da hanesine yazdırdı. Meselâ Suriye’deki bir diğer güç odağı İran’ı İdlib’in dışında tuttu ve onun gücünü sınırladı. Türkiye ile işbirliğini derinleştirdi. Böylece hem mimarı olduğu Astana’ya bir halel gelmesini önledi, hem de Ankara ile Washington arasındaki çatlağa oynamaya devam etti. Keza İdlib’de yükün büyük bir bölümünü Türkiye’ye yıkarak da, kendi gücünü Suriye’nin diğer sorun alanlarında kullanma fırsatı elde etti. Hülâsa Rusya, tek bir taşla birçok kuşu birden vurdu.
Soçi’nin kaybedeni HTŞ
Tabii, bütün bu söylenenler ancak kâğıtta yazılanların mümkün olan en iyi şekilde sahaya yansımasıyla geçerli olabilir. Burada ise iki temel soru akla geliyor. Birincisi, HTŞ’nin ne yapacağıdır. Net olarak görülüyor ki, Soçi’nin en büyük kaybedeni HTŞ’dir. Anlaşmanın uygulanabilmesi, her şeyden önce HTŞ’nin silâh bırakıp çekilmesine bağlı. Türkiye, İdlib’deki gözlem noktalarını HTŞ ile konuşarak inşa etmişti. Bundan hareketle, Türkiye’nin ağır silahlarını bırakma ve silâhsızlandırılmış bölgenin dışına çıkma konusunda da HTŞ’yi ikna etmesi beklenebilir.
Lâkin bunun çok kolay olmayacağı da belli. Çünkü HTŞ’den de tek bir ses çıkmıyor. Örgüt içerisinde farklı eğilimler mevcut. Bu nedenle örgütün bir kısmı silâh bırakabilir. Buna mukabil örgütün bir diğer kısmı ise silâh bırakmaya direnebilir ve çatışmaya yönelebilir. Bu ihtimal gerçekleştiği takdirde ise bölgede yine gerginlik had safhaya çıkar ve kan dökülür. Bu itibarla Soçi’nin ardından Türkiye, mesaisinin önemli bir kısmını HTŞ’ye ayıracaktır.
Nihai değil ara çözüm
İkinci soru ise, İdlib’in geri kalanının ne olacağıdır. HTŞ, sadece silâhsızlandırılması düşünülen bölgede yer almıyor. Hem rejimin ve Rusya’nın topyekûn saldırısına maruz kalmamak, hem de Türkiye’yi zora sokmamak için HTŞ, Soçi’de kararlaştırılan bölgeden çekilebilir ve İdlib’de kontrolü altında tuttuğu diğer bölgelere geçebilir.
Peki, ondan sonraki adım ne olacaktır? Eğer HTŞ kendini tamamen feshetmeyi kabul ederse, sorun büyük ölçüde çözülür. Ama etmezse, o vakit bir taraftan Rusya ve rejim yeniden İdlib’e dönük bir operasyonu gündemlerine alabilirler. Diğer taraftan da HTŞ ile Türkiye’nin desteklediği silâhlı gruplar karşı karşıya gelebilir. Bu da yeni çatışma dinamiklerinin ortaya çıkması demektir.
Hâsılı kelam, Türkiye ve Rusya yaklaşmakta olan bir fırtınayı dindirerek önemli bir işe imza attılar. Öncelikle bu başarı teslim edilmeli. Ancak bütün göstergelerin, Soçi’de nihai değil ara bir çözüme ulaşıldığına işaret ettiği de unutulmamalı.
———————————————
(*) Bu yazı önce 19.09.2018’de Kürdistan 24’te yayınlanmıştır. Orijinali için bkz
http://www.kurdistan24.net/tr/opinion/5bd14fe6-3631-4821-9e84-bd2ad5e7a3c1