Batı’da konuşulan, tartışılan bazı sorunların bizde konu bile olamaması eskiden beri moralimi bozar.
“Ay, biz ne kadar geriyiz, keşke Avrupa gibi olsak” diye düşündüğüm için değil. Avrupa’da epeyce yaşadıktan sonra bu tür saflıkları geride bıraktım. (Biz elbette geriyiz de, Avrupa’nın çok ileri olduğu zannını geride bıraktım).
Sözünü ettiğim sorunlar, onlarda konu olup bizde olmayan meseleler insan yaşamını ve yaşam kalitesini etkileyen şeyler olduğu için moralim bozuluyor. Biz sanki bunlardan etkilenmezmişiz gibi, konuşmaya bile gerek görmüyoruz. Ve yaşam kalitemiz etkileniyor.
Verebileceğim en bariz örnek, pandeminin zihin sağlığı üzerindeki etkisi.
Pandeminin başlamasından ve özellikle kapanma önlemlerinin devreye girmesinden beri Batı basınında hastalık ve ölüm kaygılarının, geçim paniğinin, anksiyete, gerginlik ve korkunun, yalnızlığın, yakınlarını görememe ve gömememe mutsuzluğunun zihinsel etkileri hakkında sayısız yazı ve yorum okudum.
İlkokul yaşındaki çocukların bir yıl, iki yıl okula gidememesini önemsiz sanıyordum. Ne öğreniyoruz ki ilkokulda? Atatürk’ün kalbimizde yaşadığını, bu yüzden çok sıkıcı bir hayat sürdüğünü öğrensek ne olur, öğrenmesek ne olur? Ama öyle değilmiş. O yaşta okula gitmek çocukların sosyalleşme süreci açısından çok önemliymiş. Ve ayrıca evlerdeki gergin ve kaygılı hava küçücük çocukların da zihin sağlığını etkileyebiliyormuş.
Bu konularda Türkçe herhangi bir şey okuyabilmiş değilim. Bizim zaten zihinsiz olduğumuz veya zihinli olsak da Türk zihninin zaten sağlıklı olamayacağı mı düşünülüyor, bilemiyorum, ama psikiyatrik terminolojiyle “Türk’ün anksiyeteden kafayı yemesi” şeklinde ifade edebileceğimiz sağlık sorunu hiçbir resmî kurumun ilgisini çekmiyor anlaşılan.
Yakın zamanda İngiltere’nin Guardian gazetesinde “bakirlik/bakirelik anksiyetesi” hakkında bir yazı okudum (“Worried that Covid has stolen your sex life?”). Yazıya göre, zaten bir zamandır ilk cinsel ilişkide bulunma yaşı yükselmekteymiş: 21. yüzyılda yetişkin yaşlarına girenlerin sekizde biri 26 yaşında hâlâ bakir/bakireymiş. Bu kuşağın anne ve babalarının kuşağında ise oran yirmide birmiş.
Pandemi döneminde, okullarla üniversitelerin kapalı olduğu, doğum günü partilerinin, müzik festivallerinin yapılmadığı, sevişmek bir yana dursun el sıkışmanın bile kaygı verdiği günlerde ilk sevgili arayışına çıkmayı ben de istemezdim doğrusu. Ama konunun tartışılmasını, rakamların biliniyor olmasını isterdim. Çünkü Türk gençlerinin de (istedikleri kadar sık olmasa da) zaman zaman cinsel ilişkide bulunduğunu ve bu faaliyetin virüsten etkilendiğini tahmin ediyorum.
Tartışılmasını ve rakamların biliniyor olmasını istediğim üçüncü bir konu da aşı olmayanlarla ilgili.
İngiltere Sağlık Bakanı’nın açıklamalarına göre, 12 yaş üstü nüfusun neredeyse %90’ı bir doz aşı olmuş, %82 iki doz ve %56,5’i üç doz olmuş. Hastanede yatan ağır vakaların %90’ı aşısızmış.
Toplam 5 milyon kadar kişi aşı olmamış. Hükümet ve medya bunları ne yapmak gerektiğini tartışıyor.
Tartışmak gerek, çünkü ya tüm toplum tekrar kapanacak ve herkes çeşitli acılar çekecek ya da sadece bu 5 milyonla ilgili bir önlem/yaptırım uygulanacak.
Tartışılan konulardan biri, bunların niye aşı olmadığı: Kısaca salaklık diye özetleyebileceğimiz ideolojik nedenlerle mi, kolayca aşılabilecek yanlış algılar yüzünden mi, vakit bulamamak veya aşı merkezlerine ulaşamamaktan mı, ilgisizlikten mi?
Aşılanma oranları bizde de İngiltere düzeylerinde. Resmî rakamlar doğruysa, çok başarılı bir kampanya yürütülmüş olduğu belli. Güzel. Ama aşı olmayanların niye olmadıklarını tartışıyor muyuz, merak ediyor muyuz?
Örneğin, aşılanma oranlarının en düşük olduğu on ili saysam, tartışılmaya değer bir konu olduğunu düşünür müyüz? En düşüğü Şanlıurfa; arkasından sırasıyla şöyle: Batman, Siirt, Diyarbakır, Muş, Bingöl, Mardin, Bitlis, Ağrı, Elazığ.
Var mı merak uyandırması gereken bir şey?
Var.
“Kürtler iğne sevmez” diyebiliriz. Veya “Kürtler Türk devletine güvenmiyor” diyebiliriz.
İkincisini dersek derin ve tehlikeli sulara açılmış oluruz.
Bence Kürtler iğne sevmez.