A. Erkan Koca

Yola devam

Yeterince uzun ve amacı kendisi olan bir yürüyüşten sonra içimizdeki her türlü şiddetten, kızgınlıktan ve güç yanılsamasından arındığımızı hissederiz. Hiçbir şey kazanmamış, elimize hiçbir şey geçmemiş ama neyle olduğunu bilmediğimiz bir şeyle çok güçlü bir biçimde tamamlanmışızdır. Yüzümüzden yansıyan mutlaka “cesur bir neşe” halidir ve gerçek politik -ve de manevi- değişimlerin ana duygusu işte bundan başka bir şey değildir!

Yol aşkı: ya da kadın zihninden yürüme

Solnit için de yürüme, hayatın içindeki her şeyle ilgilidir ve bu nedenle her şeyin içinde mutlaka var olan bir eylem biçimidir: “Din, felsefe, çevre, kent politikaları, anatomi, alegori ve aşk acısı diyarlarına kolayca girip çıkan yürüme, dünyanın en tanıdık ama aynı zamanda en karmaşık şeyidir.”

Doğa ve yürüyüş üzerine

Gönüllü sadelik, tıpkı yürümek gibi, basit, sade ama iradi ve güçlendirici bir yaşam biçimidir. Vazgeçebilmeyi, istemeyebilmeyi, paylaşabilmeyi ve fazlalıklardan arınmayı içerir. Şöyle de diyebiliriz ki insan ancak gönüllü olması halinde sadeleşebilir ve ağırlıklarından kurtulabilir. Doğaya ulaşmanın yegâne yolu bu şekilde ulaşacağımız bir sadelik ve yürüyüştür. Yürüyüş, insanın en sade ve en gönüllü eylemidir.

Bir bilimkurgu masalcısı: Ursula K. Le Guin

Bilgelik her zaman bir çocuk masumiyetine ihtiyaç duyar ve bu bize henüz yaşanmamış olanda daha fazla saklı olduğunu düşündürür. Tam da bu nedenle bilgece metinler kıssalardan çok masala yakındırlar, çocuksuluğu yaşanmamış olanla birleştirir sonra bizden aldıklarıyla her defasında yepyeni bir ülke kurarlar.

Mesleğim yazarlık

Yazmak, hayatı kendine anlatmaktır bir bakıma ve bunun için illa yazıya dökmek de gerekmez. Pek çok insan hiç yazmadan bütün ömür bir yazar gibi yaşar. Diğer bir deyişle, hayatı kendimize anlatır gibi yaşamaktır yazmak ve bütünüyle kendi hayatımızın ürünüdür. Hiç kimse bir başkasını yazar yapamaz. Uzak ve ilginç diyarlara gitmek, enteresan insanlarla karşılaşmak ya da ilginç bir hayat yaşamak da gerekli değildir çoğu zaman, hatta hiç.

Sosyoloji ne işe yarar?

Sosyoloji, her koşulda konfor alanlarını sarsıcıdır. ‘Doğal’, ‘değişmez’, ‘böyle gelmiş böyle gider’ olarak görülen ne varsa öyle olmayabileceğini açık eder, toplumsal olanın noksan ve sorunlu yanlarını görmemizi sağlar; “Şeylerin, eylemlerin, eğilimlerin ve süreçlerin ‘zorunluluğu’ ve ‘doğallığına’ duyulan popüler inançların altındaki temelleri baltalamaya mahkûmdur. Onların oluşumu ve devamlılığına katkı yapan mantıksızlıkların maskesini düşürür.

Gökyüzüne kement atmak: Çocuk edebiyatının annesi Gülten Dayıoğlu

Gülten Dayıoğlu ülkede hâlâ eksikliği fazlasıyla hissedilen bir alanın ilklerinden ve “çocuk edebiyatı” başlığının yayılmasının arkasındaki isimlerdendir. Bu nedenle denebilir ki çocuk edebiyatın annesidir. Aslına bakılırsa o hep bir anne olmuştur (her çocuk kitabı yazarı kendi kendisinin annesidir!). Sevgisi öfkesine, kızgınlıklarına ve acılarına baskın, şefkatli bir anne gibi gelir bana hep.

Gölgede ve Güneşte Futbol

Milli takım Şenol Güneş’le birlikte çok önemli bir şey öğrendi: “Kazandığında çok sevinmemeyi, kaybettiğinde de yerinmemeyi.” Bu durum, duygusal dengesizliği bastırdı ve akılcılıktan kolaylıkla sapma eğilimlerimizi sürekli olarak kontrol altında tutabildi. Yeni bir his ortaya çıktı: rakibin yenilgisinden çok kendi zaferinden zevk alma hissi. Galibiyetleri ötekinin aczine değil kendi oyununa bağlama zevki.

Yine Tarkovski

Sanat bizde olmayanı hissetmemizi, tamamlanmamızı sağlar. İçimizdeki boşluğu doldurur. Sonsuz genişlikte bir dünyanın ferahlığını duyurur. Filmleri izlemeye giderken biraz da kendimizi izlemek isteriz bu yüzden.

Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizmalar

İnsanın hayatta ne kadar mutlu olabileceği onu ne ölçüde kavradığıyla ilişkilidir. Esas olan mutlu olmaya çalışmak değil hayatı anlayıp kavramaktır. Tam bu noktada, dünya insan aklının yetmeyeceği büyüklükte anlaşılmazlıklarla doludur ve zihin de zaten akıldan ibaret olmayıp en az dünya kadar anlaşılmaz bir alandır. Anlaşılacağı gibi Schopenhauer idealist tarafta yer almaktadır ve asıl çabası bir tür idealizmi görünür kılma, teoriye dönüştürme arayışıdır.

İnsan insanın en büyük neşesidir

Modernist kentler büyüktü, temizdi, aydınlık ve dışarıdan bakınca güzel görünüyordu ama “yürümüyordu”. Donuk bir resim gibi asılı kalıyordu yanından geçip giden insanların kafasında ve onlara geçmiyordu. Duygu geçirmiyordu. Soğuk ve iticiydi. İnsanların işleri yoksa dışarı çıkıp şehre karışmaları için neredeyse hiçbir neden bırakmıyordu, oysa anlam denilen şey tam da o anda başlıyordu.

Sayısız şey düşünmek için harika bir yönetmen: Tarkovski

Tarkovski’ye göre bir filmi ya da sanat eserini tıpkı çocukların hayatı izleyişleri gibi görmedikçe haz almak oldukça zordur. Katıksız, yalın, basit ve kendini sanatsal olanın anlamına kolayca bırakıp kapılabilen kişi sanat zevkine ulaşır ve gerçek manada anlama ulaşır.

Hayır, ekonomi nihai belirleyici değildir!

Ekonomik koşullar değiştikçe insan davranışı değişir ama bu, birincisi, birbirine benzemek şeklinde değil daha hakiki duygular üzerinde farklılaşma şeklinde tezahür eder; ve ikincisi, zorluk arttıkça özgürlük zannedilenin aksine azalmaz, artar ve anlam ancak özgürlük oranında açığa çıkarılabildiği için yaşamın anlamı da ancak zorlukların arkasından kendini gösterir.

Serbest İnsanlar Ülkesi’nde

Bu ülkede, devlet görevlileri tam bir liyakat ve ehliyetle atanır. Ehliyet son derece önemlidir çünkü memleket işlerinin ehliyetsizler elinde kalması yalnızca işlerin kötü gitmesine ve çürümeye neden olmaz aynı zamanda bir süre sonra genel ahlakı da bozar. Belki de en kötüsü bu tür yerlerde, “Genç nesil, muvaffak olmak için yol ararken gördüğü misal ehliyet ve fazilet olmadığından ilme, fenne, ciddiyete, çalışkanlığa, doğruluğa kıymet vermez; bunların yerine sokulganlığa, dalkavukluğa, kurnazlığa, hile ve desiseye yanaşır.

İstanbul-Dubai uçağında Erich Fromm’la nasıl tanıştım?

Anlattıkları beni çok şaşırtmıştı. Yoga konusu ve Hint felsefesi henüz bu kadar genel geçer bir zamanında değildi hiç şüphesiz. Sonra, uzun yıllar yatılı ve kapalı okumuştum. Kadın anlattıkça, “Çok ilginç” diyebiliyordum sadece. Çok ilginçti benim için. Ona göreyse ilginç olan benim gidişimdi!

Yol bilenler

Hiçbir kadim kültürün ana amacı “daha iyi” bir yaşam olmamıştır, çünkü daha iyi bir yaşam gerçek manada bir amaç değil amaçsızlıktır, oysa varlık ve insanlık amaçsız bir dünyada ancak kendini sonlandırabilir.

Yine bir Abbas Sayar kitabı vesilesiyle

Akşam ajansı ya da yatsı namazı sonrası derin bir uykuya dalan bu insanlar gece ışığında ne konuşuyorlardı? Kendilerince strateji yapıyorlardı. Satılan tarlaların pişmanlığı dindiriliyor, gideceklere teselli veriliyor, topraklarından ayrılma ihtimalinin yarattığı iç korkusunu bertaraf etmeye çalışıyorlardı: “Alamanı sittin sene yurt yuva yapacak değilsin ya…"

Bir hür düşünce insanı olarak Mevlana

Tarlan, Mevlana’daki bu kırılmanın peşinden yaşananları şöyle anlatır: “Artık vakur alim, laubali bir rind olmuş, bir mecnuna dönmüştü. Tamamen başka bir aleme girmişti. Şems’ten bir an ayrılmıyordu."

Abbas Sayar’ın Yozgat’ı

Abbas Sayar’ın son derece önemli eseri Yılkı Atı’nı ilk okuduğumda, baş karakteri bir at olan bu küçük, özlü hikâyenin nasıl bu kadar canlı ve gerçeklik hissiyle bir hayvanın gözünden anlatılabileceğini çok düşünmüş ve cevabını bulamamıştım. Şimdilerde Yozgat Var Yozgatlı Yok’u okuyunca anladım bunu.

Toplum Gibi Görmek

Toplum söz konusu olduğunda bu tür tepeden inme kalkınmacı projelerin, gerçek hayatın içinde, başlarda öyle gözükmese bile çok kısa bir süre sonra nasıl bir batağa saplandığını ve ölümcül etkiler yaratabildiğini anlatmaya çalışır Scott.

Yürümenin Felsefesi

Acele etmek, sadece yavaş yürümenin değil bizatihi yürümenin zıddıdır aslına bakılırsa. Çünkü o, aynı anda bir çok şeyi istemektir ve bu durum, istenen şeylerin hiçbirinin rahatça nefes alıp canlılık kazanmasına izin vermeyen bir havasızlıkta gerçekleşir.

Frédéric Gros’un yeni kitabı çıktı, nihayet!

Burada bir başka kadim sorun ortaya çıkar. İnsan her ne kadar sosyal bir varlık olarak bir arada yaşamaya, uyuma ve güvenliğe ihtiyaç duysa da, doğası itaat değil itaatsizlik üzerine kuruludur ve çelişkili gibi gözükse de toplumları bir arada tutan şey, tam da onun bu itaatsizliğidir.

Bir şehir masalı: Annem babam Malatya

Çocukluğumuzun şehirleri, kimselere hesap vermediğimiz yerlerdir. Kral bizizdir. Her şey bize göre ve istediğimiz gibidir. Kayısı ağacının havalar biraz ısındığında bahar sanıp erkenden çiçek açması gibi, bu şehrin insanları da sıcaklık gördüğünde çabuk kanar.

Tanpınar Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü neden yazmış olabilir?

Tanpınar’ın bu romanı neden yazdığı, yani, kitapta üstesinden gelmeye çalıştığı meselesinin tam olarak ne olduğu belli değildir. Kimilerine göre onun için her zaman önemli bir konu olan “zaman” meselesini bir kez daha ele almıştır. Kimilerine göre, eski usul yaşantımızın bilinç-dışında sürdürülen yansımasıdır. Ya da Cumhuriyet bürokrasisinin içine düştüğü garipliklerin sembolik bir anlatımı diyenler de vardır. Nereden bakılırsa bakılsın, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, irrasyonelliklerin romanıdır

Neden Türkiye İslam dünyasındaki tek demokrasi?

Demokrasi Türkiye tecrübesinde ne sanıldığı gibi -ya da sanıldığı ölçüde- bir ithal üründür ne de egemen emperyal rejimlerin dayatmasıyla zoraki kabul edilen bir rejimdir. “Batı hayranlığıyla” yapılan bir taklitten de ibaret değildir. Çok gerçek ve kendi iç dinamiklerinin zorlamalarının yarattığı bir arayışın ürünü olabilir.

Hata neredeydi?

Öyle görünüyor ki bu öfke bugün bir yol ayrımına gelmiş durumda. Hata neredeydi sorusu “ustalıkla” sorulmuş bir soruydu ve Müslümanların kendilerine bakmalarını engelleyici bir yan da taşıyordu. Nesnel nedenleri ima ediyordu ve öznel ya da içsel, zihinsel nedenleri dışlıyor, uzaklaştırıyordu. Soru, kimin ya da neyin hatası değildi çünkü, hata neredeydi, buna göre, cevap da orada bir yerlerdeydi ama bulunamıyordu, durmaksızın aranıyordu bu yüzden.

Ahmet İhsan’ın matbuat hatıraları, bugünün tarihi sanki

Bütün bu şartlar altında İttihat ve Terakki -elbette ki- bir kurtuluş gibi görülmekte; Meşrutiyet, onca zamanın özgürlük açlığının ve her derdin çaresi sayılmaktadır. Oysa günü geldiğinde bunlardan da büyük bir sukut-ı hayale uğraması uzun sürmez Ahmet İhsan’ın (bu gibi adamlar kimseye yaranamamakla marufturlar!); İttihat ve Terakkicilerin sadece ittihatçı olduklarını, hiçbir şekilde terakki gibi bir dertlerinin olmadığını söyler.

Kitapları Nasıl Okumalı’nın hikâyesi

Okumak, eleştirel okumak demekti. Kitapları sakinleştirici gibi kullanmak bariz bir kayıptı. Matematik kitabı okumak yabancı dilden bir kitap okumak gibiydi çünkü matematik öğrenmekle dil öğrenmek aynı şeydi. Tarihsel gerçekliklerin elle tutulamazlığını bilerek okumak ya da bir oyun okurken bunun henüz oynanmadıkça tamamlanmamış bir eser olduğunu akılda tutmak önemliydi. Bilimsel eserler farklı, biyografiler farklı, felsefi eserlerse farklı okunmalıydı.

Kafka’yı nasıl bilirdiniz?

Devletin ne denli insana rağmen ve değişmezliği sürdüren bir bürokratik otorite olduğunu bizatihi içeriden deneyimlemiştir. Kendisi de bunları söylediği yıllarda hep bir devlet memuru olarak çalışmıştır. Kendisi gibi düşünen ve eleştiren, olan hiçbir şeyi söylendiği gibi görmeyenler, “devlet için tehlikeli kişilerdir. Çünkü var olanı değiştirmeyi amaçlarlar. Oysa devlet ve onun tüm sadık hizmetkârlarının tek istediği, varlığını sürdürmektir.”

Tatar Çölü

Savaş, insan hayatının anlamını bütünüyle yitirdiği, kişinin kendisini en çok kendisine kanıtlama ihtiyacı duyduğu zamanlarda ortaya çıkar. Kahraman olmak için düşmanla çarpışmak gerekir çünkü düşman, kendimize kanıtlayamadığımız bütün güçsüzlüklerimizin sembolik ifadesidir.