Alper Görmüş

ANALİZ – Merkel’in Türkiye üniversiteleri ‘şaşkınlığı’ ve Türkiye’nin üniversite hakikati

Erdoğan’ın Almanya Başbakanı Merkel’e her fırsatta Türkiye’deki üniversite ve üniversiteli sayısını hatırlatıp övünmesi olacak şey değil. Belli ki hiç kimse “Sayın cumhurbaşkanım, üniversite söz konusu olduğunda nicelikle övünmek, hele ki bunu Merkel’e karşı yapmak pek münasip değil” demiyor, diyemiyor.

Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun asıl suçu

Hak savunuculuğunda kendine benzemeyenin (de) hakkını savunma eşiğini aşabilenlerin parmakla gösterildiği bir ülkede o bambaşka bir mertebeye ulaştı: Kendine benzemeyenin hakkını savunurken hissettiği tatmin duygusunun, kendine benzeyenin hakkını savunurken hissettiği tatmin duygusundan bile fazla olma mertebesi… Gergerlioğlu’nun asıl suçu, şimdi iktidarda olan eski arkadaşlarının önüne koyduğu bu ölçünün yarattığı tahammülfersâ rahatsızlık duygusu.

Gara, muhalefete doğruyu buldurdu: İlk kez aralarında konuştuklarını açıkça söylediler

Gara operasyonu sonrasında beklenmedik, küçük bir muhalefet mucizesiyle karşılaştık. Nasıl oldu, neden oldu bilinmez, bütün muhalefet partileri ‘hassas mevzular’ söz konusu olduğunda hep yaptıklarını yapmadılar; korku duvarını aşıp hükümeti hesap vermeye davet ettiler. Daha doğrusu aralarında konuştuklarını kamuoyu önünde de dile getirdiler. Bu bir dönüm noktası olabilir.

ANALİZ – Çin ve Uygurlar: Devlet (TC) susuyor, ajansı (AA) bağırıyor

Anadolu Ajansı, aslî işlevinin ‘devletin sesi’ olduğunu hiçbir zaman unutmadı, her önemli gelişmede editoryal çizgisini bu temel gerçeği gözeterek belirledi. Fakat bu uyum Çin’in Uygur Türklerine uyguladığı asimilasyon politikaları konusunda bozuldu; devletle ajansı tam anlamıyla ayrı baş çekiyor.

Sivil anayasa ‘sivil’lerin yazdığı anayasa mıdır ve bu iktidar ‘sivil’ midir?

İktidar, şimdiye kadarki bütün anayasaların askerler tarafından yapıldığını hatırlatarak hepimizi ‘sivil’ bir anayasa yapmaya davet ediyor, buna gönül indirmeyenleri de ‘sivil’ olmamakla itham ediyor. Bu itham haklı ve yerinde bir itham olabilirdi; meğerki iktidar gerçekten de ‘sivil’ olsaydı.

ANALİZ – ‘İstersek’ bir günde 2 milyon kişiyi aşılayabiliriz, fakat iste(ye)miyoruz

Sağlık Bakanı’nın dediği gibi, “istersek” günde 2 milyon aşılama yapabiliriz; fakat iste(ye)miyoruz, çünkü elde yeterince aşı yok. ‘Potansiyel’i kullansak eldeki aşılar birkaç gün içinde bitecek, bu durumda da aşı programları ilan edilemeyecek, “bugün 70 yarın 65 yaş” açıklamaları yapılamayacak.

‘O da terörist bu da terörist’in sonu yalancı çobanlık; o aşamaya geliyoruz

Tekrarın bir iddiayı-suçlamayı zihinlere yerleştirmede işlevsel, hatta ona kitlesellik kazandırmada kaçınılmaz olduğu doğrudur, fakat bir noktaya kadar; o sınıra gelip de doz aşıldığında, tekrar, iddiayı güçlendirmekten çok zayıflatma yönünde rol oynar. Boğaziçili öğrencilere dahi ‘terörist’ damgasının vurulmasına gösterilen geniş tepki o dozun aşılmış olabileceğini gösteriyor.

İnsandan ve toplumdan söz ediyorsan asla ‘asla’ demeyeceksin!

Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum, “parlamenter sisteme dönüş asla mümkün olmayacak” demiş. Ah, ah! Yarısının önce kapitalizmden sosyalizme sonra tekrar kapitalizme döndüğü bir dünyada, basit bir biçim değişikliğinin ‘ebedi’liğini ilan etmek bir sosyal bilimci için ne hazin.

ANALİZ – İrfan Fidan hadisesi: ‘kuvvetli adamlar’ yoksa ‘kuvvetler ayrılığı’ da yok!

Cumhurbaşkanı, açıkladığı iradenin hiçbir itirazla karşılaşmadan tıkır tıkır işleyen bir süreçle yerine getirileceğine, asla refüze edil(e)meyeceğine inanıyorsa; HSK ve Yargıtay’da ona değil hukuka sadık “kuvvetli adamlar”ın olmadığından bu kadar emin olabiliyorsa, o devlette “kuvvetler ayrılığı” olabilir mi?

‘Okumuş yazmışlar’la ‘baldırı çıplaklar’ın yolları hiç bu kadar ayrılmamıştı

Vasıflı ve vasıfsız emek sahipleri önce Kilise’ye ve aristokrasiye, sonra da burjuvaziye karşı olmak üzere hep ittifak ettiler. Artık öyle değil. Önce Fransa’daki Sarı Yelekliler hadisesi, ardından ABD’deki kutuplaşma gösterdi ki vasıfsız emek sahipleri günümüzde okumuş-yazmışları Fransız İhtilali’nde ‘baldırı çıplaklar’ın aristokrasiyi gördüğü gibi görüyor.

‘Muhafazakâr bir lider desteği olmaksızın istenen Türkiye’nin kurulamayacağı’ ne zaman görüldü?

Ahmet Davutoğlu, dünkü (17 Ocak) “Erdoğan’ı da tasfiye edecekler” uyarısından bir hafta önce de şöyle demişti: “28 Şubat zihni, muhafazakâr görünümlü lider desteği olmaksızın o Türkiye'yi kuramayacaklarını gördüler…” Peki ne zaman gördüler ve ‘dostluk’ kararı verdiler? Bence 15 Temmuz’dan çok önce bir tarihte, 2012’de.

Popülizmin yükselişi ve panik duygusu

Panik duygusunun baskın hale geldiği anlarda hep olduğu gibi, “popülist liderler ve onların ‘baldırı çıplak’ destekçileri demokrasiyi öldürüyor” paniği de zecri tedbirleri onaylayan bir siyasi ortam yarattı. Demokrasinin faşizmin yükselişini seyrettiğinde neler olduğunu tarihten biliyoruz, böyle dönemlerde panik yararlı bir duygu ve tedbirler kaçınılmaz; savrulmamak kaydıyla…

ANALİZ – Varlığı ‘yok’ mertebesindeki aşının ‘etkililiğini’ tartışmak…

Brezilya’daki sağlık otoritesi dün (12 Ocak), Türkiye’de de kullanılacak Çin aşısının koruyuculuğunu yüzde 50,4 olarak ilan etti, oysa SB Bilim Kurulu yüzde 91 demişti. Aslında ‘etkililik’ tartışması çok da anlamlı değil, çünkü bir şeyin etkililiğinin tartışılması ancak o şeyin varlığı koşullarında anlamlı; bizim ise sadece 1 milyon 500 bin kişiye yetecek kadar aşımız var.

Devletin ‘dördüncü kuvveti’ medya

Bugün 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü… Çoğu gazetecinin çalışamadığı, birçoğunun da çalıştığı halde kazanamadığı bir ülke için ne manasız bir gün. Bunların üstüne bir de iktidarın boğucu baskısını ekleyin… Yine de hiçbir şey bizi kendi mesleğimize eleştirel bir gözle bakmaktan alıkoymamalıdır. Mesela “gazetecilerin ifade özgürlüğü sorunu sadece devletle ilişkili bir sorun değildir” demekten…

Darbecilikle suçlanmaktan kaçınmak isteyenler için 12 Eylül tüyosu

İlker Başbuğ’un başına gelenlerle birlikte 27 Mayıs darbesi hakkında neyi söylememek gerektiğini öğrendik: “Seçim kararı alınsaydı 27 Mayıs olmazdı” demeyeceğiz. Peki, 12 Eylül darbesi hakkında neyi söylememek gerektiğini biliyor musunuz? Ben biliyorum ve işte risk alıp söylüyorum: “Demirel ve Ecevit koalisyon kursaydı 12 Eylül darbesi olmazdı.”

Danışanın danışmadığı danışman olmak!

Danışmanlık, manevi olarak tatmin edici bir iş, fakat çok önemli bir koşulla: Size danışacak olan kişi tavsiyelerinizi dikkate alacak ve uygulayacak… Son faiz artışlarından sonra, Cumhurbaşkanına birinci tavsiyeleri “faiz artışına izin vermeyiniz” olan ekonomi danışmanlarının psikolojisini merak etmemek elde değil.

ANALİZ – ‘Tükenmiş AKP’nin istediği bir göz, Allah verdi Fikri Sağlar!

Fikri Sağlar gibiler emin olabilir: ‘Tükenmiş AKP’, muhafazakâr destekçilerine hitaben “bakın, görün, tanıyın bunları” kampanyası açma fırsatı verdiği için Fikri Sağlar gibilere minnettardır; sonrasında onların kampanyaya karşı cevap yetiştirmeye çalışıp çalışmadıklarının hiç mi hiç önemi yoktur.

Gergerlioğlu ve onun ‘büyük imtihanı kaybetmiş’ eski yoldaşları

“Dün beraber ağladığımız arkadaşlarımız bugün zalim. Çok duyarsızlar, çok hissizler, çok zalimler. Büyük imtihanı kaybettiklerinin farkında değiller. Kaybettiler, kaybettiler büyük imtihanı. Nedir mi o imtihan? Zalimin ve mazlumun kimliğini sormamak imtihanıdır o imtihan.”

Yılbaşı yaklaşırken, Roboski’den iki gün sonraki kutlamaları bir daha hatırlamak

31 Aralık 2011 gecesi: Yüzlerce anne, baba, eş, çocuk sadece iki gün önce kendi ülkelerinin uçakları tarafından bombalanan sevdiklerinin karlar içindeki mezarları başında ağıtlar yakarken, Türk televizyonlarından kahkahalar, çığlıklar yükseliyordu.

Reform: Neden olmadı ve neden olmayacak?

İktidarın reform yapıp yapamayacağı sorusuna gerçekçi bir cevap vereceksek, önce şu sorunun cevabını bulmalıyız: Erdoğan, kullandığı güç modelinde bir değişikliğe razı olabilir mi? Erdoğan’ın zihniyet dünyasının içinden baktığımızda da, olgusal gerçekleri gözlemlediğimizde de bu soruya “razı olabilir” diye cevap vermek mümkün görünmüyor.

Aleviler Türkiye’de aradıkları hukuku Almanya’da buldu

Aleviler 30 yıldır sürdürdükleri hak mücadelesi sonunda Almanya'nın Kuzey Ren Vestfalya eyaltinde “inanç toplumu” statüsü aldılar; artık kilise cemaatinin sahip olduğu bütün haklara sahip olabilecekler. Kervan, her şeye rağmen yürüyor… Birileri ürüyor diye tarih durmuyor.

Büyüklerimizin büyük (fakat görünmez kılınmış) sorumsuzlukları

“Dün akşamdan beri şunu düşünüyorum: zamanında günlük ve toplam vak’a sayısını doğru verseler, yalan söylemeseler, bilgi saklamasalar insanlar bu kadar rehavete kapılmayacak, muhtemelen bu rakam bu kadar büyük olmayacaktı. Otoriterlik ve başarılı lider kültü üretme çabası can yakıyor, can heder ediyor...”

Daha Şeker’i yok!

Eylül: “Baba, sana bir şey söyleyeceğim ama alınma lütfen: Şeker’den ilk defa bu kadar uzak kaldım ve anladım ki onu senden daha çok özlüyorum…” Ben: “Bunda alınacak ne var kızım, gayet iyi anlıyorum seni; ayrı kalınca ben de Şeker’i senden daha çok özlüyorum…”

ANALİZ – Habertürk’te basın özgürlüğü isyanı

Habertürk’ün RTÜK isyanı, “daha önce başka kanallar cezalandırılırken nerelerdeydiniz”e bağlanıp küçümsenecek bir olay değil. Basın özgürlüğü odaklı bu itirazı sakatlayan tek nokta, iktidarın basın özgürlüğünü kısıtlarken kullandığı meşruiyet gerekçesine fazlasıyla sığınmak: “Fakat biz de yerli ve milliyiz, bakın şu şu şu olaylarda nasıl da milli bir tutum sergiledik!”

ANALİZ – Bilim Kurulu: Aşağı tükürse sakal, yukarı tükürse bıyık!

Cumhurbaşkanı’nın koronavirüsle mücadelede Bilim Kurulu’nu “birinci dereceden sorumlu” tutmasının hakkaniyetli olmadığı çok açık. Fakat hiçbir Bilim Kurulu üyesi Cumhurbaşkanıyla polemik yapma cesareti gösteremeyeceği için sorumluluğa dair algı yavaş yavaş Bilim Kurulu üyelerini üzecek yeni biçimler alabilir.

Ah Ali Bey, ‘virajı alışların’ eski tadı mı kaldı?

Ah Ali Bey, siz bilmezsiniz, belli ki artık ikrah edip bir noktada kesmişsiniz izlemeyi; bu konu asıl eskiden, Erdoğan’ın ani dönüşlerinin yeni yeni başladığı zamanlarda çok zevkliydi. “Troller, kuşlar, yandaşlar” artık öğrendiler kiminle dans ettiklerini, öyle hemen dolduruşa gelip öne atmıyorlar kendilerini; yakında yeni bir dönüş olur, temkinli olalım diyorlar. İnanın, yok bu işlerin eski tadı.

ANALİZ – Belediye başkanı istifa ederse ne olur? Kars’ta (HDP) şöyle, Siverek’te (AK Parti) böyle olur

AK Parti iktidarı, gözaltındayken istifa edeceğini açıklayan Kars Belediye Başkanı Ayhan Bilgen’in yerine hiç beklemeksizin kayyum atamıştı. Dün (28 Kasım) Siverek Belediye Başkanı Şeyhmus Aydın’ın istifasının ardından İçişleri Bakanlığı Belediye Kanunu’nu işletmeye karar verdi. Yani başlıktaki sorunun cevabı şöyle: İstifa eden başkanın partisine bakılır, karar ona göre alınır.

ANALİZ – Hangi gazetecinin ‘yıpranacağına’ devletin karar verdiği bir ülke…

Gazetecilere tanınan ‘yıpranma hakkı’, 212 Sayılı Basın İş Kanunu’na tâbi sigortalı gazetecilere beş yıl erken emekli olma imkânı tanıyordu. Geçtiğimiz hafta kabul edilen bir kanun, bu haktan faydalanmak için İletişim Başkanlığı’nın verdiği basın kartına sahip olmak şartını da getirdi.

Yargıtay, son Bylock kararıyla da asıl soruna gelemedi

Yargıtay 16. Ceza Dairesi, bir davada sanığın Gülencilikle bağının ispat edilemediği gerekçesiyle Bylock’tan mahkûmiyet kararını bozdu. Ne var ki Yargıtay hâlâ Bylock üzerinden mesela iki cemaat mensubunun birbirine dua göndermesini “örgüt üyeliği”nin delili saymaya devam ediyor. Oysa Bylock’ta asıl ve büyük problem şurada: Gizli ve kapalı bir örgütün, içinde örgütsel sırların da yüzdüğü bir enformasyon ağını 200 bin, 300 bin kişinin “kullanımına” açması aklın alabileceği bir şey mi?

Arınç’ın en büyük hasleti: Mahalle linçini göze alabilmek

Türkiye’de mahalle linçinden daha kötü bir kader olamaz. Başka mahallelere karşı cengâver kesilenlerin dönüp de kendi mahallesine karşı tek eleştirel laf edememesinin nedeni, başa geleceği kaçınılmaz olan dışlama refleksidir. Birinin fikrî cesaretini kestirmeden ölçmek mi istiyorsunuz? Onun mahalle linçini göze alıp alamadığına bakın. Bülent Arınç’ın burada hiç kuşkusuz müstesna bir yeri var.