Alper Görmüş
Popülist liderlerin cazibesinin öbür vecheleri
Popülist liderler “sıradan” insanların diliyle konuşuyorlar, anlaşılabilir ve basit hedefler koyuyorlar. Sıradan insanlar, bu sayede kendilerini ‘siyaset’in parçası olarak düşünebiliyorlar; çünkü, aydınların ve onların desteklediği siyasi iktidarların yarattığı ortamın tersine, kendilerini artık ‘anlaşılabilir, kavranabilir’ bir siyasetin içinde buluyorlar.
Sırları şurada: Küçümseyenleri küçümsüyorlar
Kendisini küçümsenmiş hisseden, fakat küçümseyene karşı durmada yeterince donanımlı olmadığı için küçümsenmeyi sineye çekenlerin psikolojisi son derece basittir; kendisini küçümseyeni küçümseyene minnettar kalır. Tümüyle duygular dünyasına ait bu argümanın, popülist liderlerin yükselişinde ağırlıklı bir rol oynadığını düşünüyorum.
‘Ezik’ kitlelerin plasebosu: Popülist liderler
Popülist liderlere oy veren kitlelerin ‘çağdaş-modern’ ölçülere uymayan ‘ilkel’ davranışları ve duyguları var, evet: Irkçılık yapıyorlar, militaristler, şiddeti savunuyorlar… Fakat bunlar onların içinde doğal olarak bulunan kötülükten değil, eziklik ve korku gibi gerçek ve insani duygulardan kaynaklanıyor. Popülist liderleri tercih eden geniş halk kitlelerini aşağılayarak gidilecek yer yok.
MEDYA KRİTİK – Çocuklarınıza ne dediniz?
Hepimizi ilgilendiren, günün tartışmasız bir numaralı haberini vermek için yukarılardan icazet bekleyen gazetecilerin pozisyonu, görev ahlakı açısından mesela büyük bir depremin enkazına, sanki kendisini hiç ilgilendirmiyormuş gibi, sanki görevi değilmiş gibi sırtını dönen bir belediye başkanından farklı değildir. Çok merak ediyorum: Acaba bu meslektaşlarımız dün geceden beri çocuklarına ne diyor?
Trump ‘kaza’ değilmiş, dünya artık böyle!
Dünyada popülist liderlerin geniş kitlelerin ‘rasyonel olmayan’ teveccühüne mazhar olmalarını açıklama çabasına giren birinin önünde iki yol var. Biri kolay ve basit öbürü zor ve karmaşık. Birinci yolu seçenler popülist liderlere kızdıkları kadar ‘neden oy veriyorlar acaba’ diye sormadan onları seçenlere de kızıyor. İkinci yolu seçenler ise ‘Neden oy veriyorlar acaba’ sorusunu sorup anlamaya çalışıyor. Biden kazanmış gibi, fakat yine de asıl Trump ve öbür popülist liderlerin 'kaza' değil 'tercih' olduğunu anlama ve 'neden?' diye sorma zamanı.
ANALİZ – Çanta, medya, yargı, siyaset…
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan’ın çantasıyla ilgili tartışmalar, bu ülkenin medyasına, yargısına ve siyasetine dair çok şey söylüyor. Erdoğan’ın Kılıçdaroğlu’na yönelik “Sende zerre kadar yürek varsa benimle ilgili konuş, eşimle ilgili konuşma” cümlesi en kritik soruyu akla getiriyor: Emine Erdoğan’ın kullandığı çanta kamuoyunu ilgilendirir mi?
Dayak yeme sırası onlarda… Fransa’nın yetmez ama evetçileri: ‘İslamogoşistler’
Fransa’da yirmi yıl önce harlanmaya başlayan Müslüman antipatisinin bugün ulaştığı boyutların bütün faturası, başta başörtüsü olmak üzere Müslümanlara karşı uygulanmak istenen yasakçı politikalara karşı çıkan özgürlükçü kesimlere çıkartılıyor. Onlara ‘İslamogoşist’ deniyor. Onlar, Fransa’nın yetmez ama evetçileri!
Dünyasız bir kafayla siyasi iktidar mümkün, fakat kültürel iktidar değil
Bence meseleyi, bütün radikallikler gibi İslamcılığın da kendi kurguladığı dünyayı reel dünyanın yerine koymasında, yani ‘dünyasız bir kafa’ya sahip oluşunda aramalı. Meseleye bu açıdan bakıldığında, baskıcı olup olmadığından bağımsız olarak, İslamcılık gibi inanç temelli radikal siyasi akımların (seküler radikal ideolojiler de bazı rezervlerle buna dahil) neden ülkelerinin kültür, sanat ve fikir hayatlarına damga vuracak başarılar elde edemedikleri daha iyi anlaşılır.
MEDYA KRİTİK – Kendi uydurduğun enformasyonla dezenformasyon
Hürriyet gazetesi yazarı Abdülkadir Selvi’nin “Muhalefetin 2023 modeli” başlıklı yazısı, bir yalana samimiyetle inandığı için zokayı yutan gazetecinin uğradığı ‘masum’ dezenformasyondan da; yalan olduğunu bildiği halde bir kaynağın ilettiği bilgiyi ‘işe yarar’ bulduğu için kullanan gazetecinin ‘gönüllü’ dezenformasyonundan da ötede bir türe giriyor: Kendi uydurduğun enformasyonla dezenformasyon! Dezenformasyonun en zelil türü!
Sıra geldi kanun-kural devletinden çıkışa
Yalnız insanlar değil, ‘hukuk’a pek aldırış etmese bile bu topraklarda devlet de yazılı kanun ve kurallara uymayı bir ‘namus’ meselesi olarak algılayageldi bugüne kadar. Hukuk devletinden zaten çoktan çıkmıştık, fakat galiba artık buradan da çıkıyoruz ve sanki bunun ilk temrinleri de Anayasa Mahkemesi üzerinden yapılıyor.
Sovyet nomenklaturasının ‘sınıfsız toplum’u, Türkiye nomenklaturasının ‘millilik’i
Sovyetler Birliği nomenklaturasının 70 yıl boyunca ‘sınıfsız toplum’ maneviyatı üzerinden derlediği meşruiyetin farklı nitelikte bir benzerini ‘millilik’ maneviyatı üzerinden Türkiye’nin nomenklaturası derliyor. Yine de iki maneviyatın derinliği arasında dağlar kadar fark var. Sovyet nomenklaturasının istismar ettiği maneviyat, kitleleri 70 yıl boyunca etkisi altında tutabildi, Türkiye’nin nomenklaturasının öyle bir şansı yok.
ANALİZ: ‘Vaka-hasta’dan sonra şimdi de ‘kesitsel tarama’ muğlaklığı
Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın konuşma tarzında ilginç bir şey var. İzah ediyor gibi yaparken mesele daha karmaşık bir hal alıyor ya da bir şeyi izah ederken devreye yeni bir muğlaklık giriyor. Gazetecileri sakinliğiyle, açıklıyor gibi yapıp açıklamıyor oluşuyla yoruyor ve onlardaki soru sorma hevesini kırıyor. Nevzuhur “kesitsel tarama”da da aynen böyle oldu.
Erdoğan’ın ‘hapisteki askeri öğrenciler’ adımı: Akıl mı devrede vicdan mı?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, müebbetle cezaevlerinde yatmakta olan askeri öğrencilerin dosyalarının bir daha incelenmesi için avukatına talimat vermesinin altında, iktidar açısından işe yarar bir akıl yürütme yatıyor. Akıllıca bir hamle; fakat sadece o kadar, daha fazlası değil.
Türkiye’nin nomenklaturası nasıl rıza yaratıyor?
Hislerin, büyük ideallerin, büyük haklılık duygularının bireyler, özellikle de kitleler üzerinde nasıl bir rol oynadığını bilen yönetici sınıflar, sıradan insanların bu duygularını iktidarlarını sürdürmede maddi bir güce dönüştürebiliyorlar. Dünkü Sovyetler Birliği örneği bugünkü Türkiye örneğini anlamada yardımcı olabilir.
ANALİZ – 28 Şubatvari opak haberciliğin müstesna bir örneği
Bir haber var, yüksek yerlerden geldiği için onu vermek zorundasınız, fakat okurların okuduğundan bir şey anlaması için o yüksek şahsiyetin işaret ettiği şey konusunda da bir şeyler söylemeniz gerekiyor. Ne var ki bazı ‘hassasiyetler’ nedeniyle onu da yapamıyorsunuz ve okurlarınız okuduğundan hiçbir şey anlamıyor. Opak haber böyle bir şey.
ANALİZ – Bakan, sözlerinin beş saat içinde yanlışlanacağını bildiği halde neden öyle davrandı?
Birkaç ay, bazen birkaç hafta, hatta bazen birkaç gün ve hatta birkaç saat içinde foyası ortaya çıkacak bir söz, sahibine faydadan çok zarar vermez mi? Galiba bu varsayım yanlış. Öyle olsaydı Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu sabah gerçeğin ortaya çıkacağını bile bile akşam o ‘müjde’yi verir miydi? Peki, hangi tecrübe siyasetçilere bu pratiğin ‘zararlı’ olmadığını öğretti?
Kutuplaşmanın yarattığı ahlaki erozyonun sahnesinde Haberal hadisesi
Bu kadar açık bir saldırganlığın bu kadar pervasızca savunulması… Yetmedi, bir de üste çıkıp “ezer geçeriz” tehditlerine baş vurulması… ‘Haksız ama bizden’ deneceğine duyulan güven olmasa böyle yapabilirler miydi? Açın bakın Nihal Bengisu Karaca’nın ‘eblehçe’ bulduğu Haberal’a destek mesajlarını… Ne yapsa böyle destekler alacağını bilen birinin Haberal gibi davranmasında şaşıracak bir şey var mı?
MEDYA ANALİZ – Dört gün boyunca: ‘SİHA’larımız vuruyor…’ Beşinci gün: ‘Ermeni yalanı’
Türk SİHA’larının dört gündür Karabağ’da Ermenilere dünyayı dar ettiğine dair binlerce haber yayımlayan Türk medyası, MSB’nin Türk İHA ve SİHA’larının Karabağ’da kullanıldığının “Ermeni yalanı ve propagandası” olduğuna dair açıklamasını “Ermenilerin iddialarına tokat gibi yanıt” gibi başlıklarla duyurdu. Fakat birincilik, bugünkü sayısında manşette “SİHA’lar dört günde süpürdü”, manşetin altında ise “MSB Ermeni iddialarını yalanladı” diyen Yeni Şafak’ın!
AK Parti, Z kuşağının bugünkü profilini yıllar önce çıkarmış olabilir
Beş yıl önce AK Parti’nin dümeni İslamcılıktan milliyetçiliğe kırmaya başladığını tespit etmiş, bunu açan peşpeşe üç yazı kaleme almıştım. Bu rota değişikliğinin nedenlerini anlatırken tamamı siyasi bazı gelişmelere işaret etmiştim. Bugün ise, AK Parti’nin o zamanlar yaptırdığı araştırmalarla gençlerin dinden uzaklaşma ve sekülerleşme eğilimini tespit etmiş ve rota değişikliğinde bunun da bir âmil teşkil etmiş olabileceğini düşünüyorum.
ANALİZ: Nancy Pelosi’nin sözleri üzerinden ülkenin olgunluk testi
Türkiye, devletiyle de toplumuyla da olgun bir ülke değil. Türkiye’yi kendi yapacağı tasniflerde Rusya ve benzeri ülkelerin kategorisine yerleştirecek olanlar bile, bu tasnif yabancı birinden gelince dikenlerini çıkartabiliyor. Oysa olgunluk, senin kendi kendinle başbaşa kaldığında hakkında verdiğin hükmü başkası verdiğinde küplere binmemektir, kendini düzeltmeye çalışmaktır.
Zulmünü, öç alma duygusu yaratmadan bitiremeyen bir iktidar daha!
Türkiye, zulmünü öç alma duygusu yaratmadan bitiremeyen iktidarların ‘nöbetleşe zorbalık’larının ülkesi… AK Parti de ne zamandır böyle bir iktidar ve böyle iktidarların hep yaptığı gibi önüne hangi çivi gelirse onu en derine çakmaya çalışmaktan başka çaresi yok. Epeydir belliydi bu, fakat Halkların Demokratik Partisi’ne (HDP) yönelik son seferberlik, ortada hiçbir ‘acaba’ bırakmadı.
Muhafazakâr siyasetin büyük sorunu: Gençler artık din üzerinden siyasallaştırılamıyor
Sonuçları geçtiğimiz ay açıklanan iki gençlik araştırması, dindar-muhafazakâr gençliğin değer ve tercihlerindeki büyük dönüşümü bir kez daha gözler önüne serdi. Bana bu diziyi yazma ilhamı da veren her iki araştırma dindar-muhafazakâr diye bilinen gençlik kesiminin artık eskiden olduğu gibi din üzerinden siyasallaştırılması imkânının çok daraldığını gösteriyordu.
Neşesiz, sorudan hoşlanmayan, siyasetin esiri olmuş bir ‘reel din’ ve dindar gençler
Dindar gençlerdeki sekülerleşme eğiliminin kaynaklarından biri, ironik bir biçimde, AK Parti’nin Türkiye’yi modernleştirmeye ve büyük bir toplumsal eşitsizliği tamir etmeye çalışırken ortaya çıkan süreçlerle ilgiliydi. Bunları önceki bölümde ele almıştık. Bugün ise AK Parti’nin ‘olumsuz’, ‘engelleyici’, ‘baskıcı’, ‘statükocu’ yanından kaynaklanan nedenler üzerinde duracağız.
ANALİZ – AK Parti’nin milletvekili transferine bulduğu çare belli oldu, okuyunca akla nedense bir rakam geliyor: 367!
AK Parti hem yeni partilere milletvekili transferini (ve onların böylece seçime girmesini) engellemeye çalışıyor hem “milletvekillerinin iradesine ipotek koyma” damgası yemekten korkuyor. Yani AK Parti’ye hem milletvekili geçişliliğini mümkün kılan hem de geçilen partinin seçime katılmasını mümkün kılmayan bir formül gerekiyordu. Öğreniyoruz ki aranan cinlik bulunmuş.
Dindar gençler neden sekülerleşiyor? AK Parti gidişi neden durduramıyor?
Muhafazakâr-dindar gençlikteki deizme ve sekülerliğe kayışın başlıca kaynaklarını sıralayınca ilginç bir sonuç çıkıyor ortaya: Bunların çoğu bizzat AK Parti’nin olumlu-olumsuz ‘icraat’ıyla bağlantılı… Yani ironik olarak AK Parti yapıp ettikleriyle, hedefi “dindar gençlik” olsa da aslında dinden uzaklaşan ve sekülerliğe yaklaşan bir gençlik üretiyor.
ANALİZ: Oruç Reis meselesinde ‘üst akıl’ devrede miydi?
Araştırma gemisi Oruç Reis’in ‘kablolarını toplayıp’ aniden Antalya limanına dönmesi ABD’nin ve Trump’ın işi mi? Bu soruya, argümanlara hiç bakmadan “mutlaka öyledir” cevabını verenler kadar, ‘münafıklık, fitnecilik’ diyenler de olacaktır. En iyisi argümanları sıralamak… Sıralayınca bizim gördüğümüz: Pek mümkün. Bakalım siz ne diyeceksiniz?
ANALİZ – Açığa alınan kaymakamlar ve Soylu hadisesi: Ne oldu?
Başlıktaki sorunun cevabını biliyoruz sanmayın: ‘FETÖ’ şüphesiyle açığa alınan 58 kaymakam ve bir iddiaya göre sırasını bekleyen 400 kaymakam hadisesinde gerçekte “ne olduğunu” söyleyecek kimse yok henüz. Bu da zaten iddialar, ithamlar, ikazlar ve imalar arasında yürümeyi göze alıp gerçeğin hiç olmazsa bir bölümüne ulaşmaya çabalayanlar için bir yardımcı malzeme yazısı.
‘12 Eylül öncesi sol mücadele’nin mahiyetini gösteren üç kişisel hatıra
12 Eylül öncesinin kanlı kavgasının darbenin neredeyse ertesi günü bitmesini, kaos ortamını darbecilerin bilinçli olarak yarattığının delili olarak yorumlamak rahatlatıcı olabilir. Fakat ben darbenin kırkıncı yılında rahatsız edici bir tez öne süreceğim: Sol örgütler, evet, darbenin ertesi günü dağıldı, çünkü mücadeleleri gerçekte kapsayıcı ülke iktidarını değil, ‘sol içi’ sınırlı iktidarı hedefliyordu. Darbeyle birlikte ‘sol’ kalmayınca ‘iktidar’ mücadelesi için motivasyon da kalmadı ve oyun bitti.
ANALİZ – Oksimoronun kralına hazır olun: Sadece ‘biz’i teyit eden teyit sitesi!
Hayır, henüz böyle bir teyit sitesi yok ama her an hayatımıza girebilir; teyit.org’un “İstanbul’un suları”yla ilgili araştırmasına gösterilen “yerli ve milli” tepkileri görünce vardım bu kanaate ve düşündüm; günün birinde bu türden tepki sahiplerinin ihtiyacını karşılamak üzere aHaber suretinde bir teyit sitesi kurulsa ne şahane bir oksimoron olur diye.
İki AK Parti: IŞİD’vari dindarlığa kaçışı durduran, sekülerliğe kaçışı durduramayan
AK parti iktidarı ilk 10 yılı boyunca izlediği makul siyaset ve din anlayışıyla Türkiye’nin dindar gençliği arasında IŞİD’vari bir dindarlığın yayılmasını engelleyici bir rol oynadı. Fakat şimdi, kendisinin de katkıda bulunduğu dünyaya açılmış Türkiye’de aynı gençlerin sekülerliğe kaçışını durduramıyor.