Ana SayfaGÜNÜN YAZILARICemevlerinin elektrik sorunu bile AİHM’lik olan ülke

Cemevlerinin elektrik sorunu bile AİHM’lik olan ülke

Cemevleri kendilerinin cami, kilise ve sinagoglar gibi elektrik faturalarından muaf tutulması için yıllardır mücadele ediyor. Bu kadar açık bir ayrımcılığı bile Türkiye mahkemelerinde gideremeyince AİHM’ye başvurdular ve Türkiye’yi mahkûm ettirdiler. Kasım ayındaki bu kararın üzerine bir de işyeri statüsünde sayıldıkları için çok yüksek elektrik faturalarıyla karşılaşan Cemevleri, bu defa itirazlarını yüksek perdeden dile getirdiler ve seslerini siyasi iktidara duyurabildiler.

Elektrik zamları, eskiden beri yaşanmakta olan ve ara ara gündemimize gelen dini ayrımcılık konusunu, Alevi cemevlerine kesilen fahiş elektrik faturaları üzerinden yeniden Türkiye’nin gündemine getirdi. Alevilerin “cem törenlerini” yaptığı cemevlerine gelen çok yüksek bedeller, faturaları kamu bütçesinden karşılanan camileri akla getirdi ve küllenmiş tartışma yeniden başladı.

Laiklik ilkesi ile Diyanet kurumunun bağdaşıp bağdaşmadığı, Diyanetin tek bir dinin ve yine tek bir mezhebin görüşlerini esas almasının hakkaniyetli olup olmadığı gibi tartışmalara girilmedi ama seçimin de yaklaşması nedeniyle bu çok açık ayrımcılık konusu görmezlikten gelinemedi ve gündeme bazı üstün körü, geçici çözüm önerileri geldi.

Toplum üzerinde çok büyük etkisi olan dinin siyasetten bağımsız olması Türkiye’de öteden beri kabul görmemiş, birbirine zıt görüşler, elbette siyasetin belirleyiciliğinde Diyanet mensuplarınca va’z edilegelmişti. Bir dönem ibadet dili olarak Türkçenin kullanımı zorunlu kılınırken başka bir dönem hiçbir tercüme bildiriminde bulunmadan veya anlaşılma kaygısı güdülmeden sadece Arapçanın kullanılması mümkün olabilmişti.

Lozan Anlaşması ile azınlıklara tanınan dini haklar bile zaman zaman aşındırılmış, Lozan’da adı geçmeyen başka azınlıkların dini hakları ise tümüyle idarenin davranışına bağlı olmuş, “hak” temelli bir garantiye sahip olamamıştır.

Bu çerçevede Lozan’da tanınan bir grup olmayan Alevilerin ibadet yerleri olan cemevlerinin statüsü de “hak” temelli bir garantiden uzak olmuştur. 1925 yılında çıkartılan Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması Kanunuile aslında de jure olarak varlıkları hep sorunlu olmuş, sosyal baskılar neticesinde Nevşehir’e bağlı Hacıbektaş ilçesindeki Hacı Bektaş-ı Veli Müzesi’nin bir ibadet yeri olarak kullanılması ara çözüm olarak benimsenmiştir. Konya’daki Mevlana Müzesi de Sünniler için bir ara çözüm olmuştur.

Türkiye’de şehirleşmenin artışı ile artık şehirlerde yaşamaya başlayan Alevi nüfus için cemevlerinin yapılması bir ihtiyaçken, bu yöndeki çabalar engellerle karşılaşmış, ibadet yeri statüsü verilmemiş, hatta bazen haklarında kötü benzetmeler yapılmıştı.

1925’ten önce, çoğunluğu kırsal alanda dergâh gibi statüleri olan ve kendi aralarında dini törenlerini yapan Aleviler, şehirlere geldiklerinde dini törenlerini cemevlerinde yapmaya başlamışlardır. Tıpkı baş örtüsü ile üniversitelere gelen kadınları görünce “bunlar Türkiye’de yoktu, nereden çıktılar” diyen, direnç geliştiren, hatta yasaklayan kamu otoritelerinin yaptıklarına benzer şekilde cemevleri zorluklar yaşamış, ancak vakıf veya “kültür merkezi” olarak tescil edilebilmişlerdir.

Türkiye’de kültür merkezleri, dernek, vakıf gibi kâr amacı gütmeyen kamusal faaliyet kurumlarına hep şüphe ile bakılmış, kontrol altında tutulmuşlardır; meğerki “kamu yararına çalışan kurum” (yani ‘makbul’ kurum) statüsü almış olsunlar.  

Ayrıca bu tür kurumların faaliyetleri kâr amacı güden faaliyetler gibi değerlendirildiği için kira sözleşmesi, elektrik ve su faturaları bakımından işyerlerinin tâbi olduğu yükümlülüklere tâbi olmuşlardır.  

Cemevleri de bu çerçevede en pahalı elektriği kullanan kurumlar arasında yer alıyor. Bu defa canları çok yandığı için itirazlarını daha yüksek perdeden dile getirdiler ve siyasi iktidarın dikkatini çekebildiler.

Siyasiler, zaten bu konuda düzenlemeler yapmak istediklerini, kamuoyuna yansıyan çalışmanın seçimle ilgisinin bulunmadığını, çalışmanın kuvveden fiile geçememesinin nedeninin “Gezi olayları” olduğunu dile getirdiler.

“Gezi”nin engel oluşturmasını anlamak zor olsa da bu konunun gündeme alınması hayırlı olacaktır. Çok net öneriler ve düzenlemeler henüz kamuoyunun önüne konmadığı için bu konuda bir şey söylemek şu an için zor. Muhtemel bir çözüm, dernek, vakıf gibi kurumların kâr amacı gütmeyen yapılar olarak görülmesi ve böylece sorunun hafifletilmesidir.

Alevi cemaatin taleplerini karşılamayacağı açık olsa da genelde sivil toplumun en yaygın formları olan dernek ve vakıflar için bu tür düzenlemeler çok faydalı olacaktır. Elbette Alevi cemaatinin ibadet yerleri olan cemevleri ile manası cemevi ile aynı olan camilerin aynı statüde olması makul çözümdür. Zaten Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi birkaç ay önce (Kasım 2021), Cem Vakfı’nın, kendilerinin de cami, kilise ve sinagoglarda olduğu gibi elektrik faturasından muaf tutulması talebiyle ilgili kararında, Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 14. Maddesini ihlal ettiğine hükmetti. Mahkeme, cemevlerinin de ibadethane olduğuna, dolayısıyla bu statüden yoksun bırakılmalarının din temelinde ayrımcılık olduğuna karar vermişti. Bu kadar açık bir konuda bile Türkiye’nin kendi çözümünü bulamamış olması yeterince utanç verici iken bu karardan sonra hâlâ yanlışta direnmek tahammülfersâ bir durum yaratacaktır.

- Advertisment -