Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIAynı haftaya denk gelen iki ölümün düşündürdükleri

Aynı haftaya denk gelen iki ölümün düşündürdükleri

IŞİD lideri el-Kureyşi ile kendisine “Müslümanların Gandisi” ismi verilen Cevdet Said’in ölümlerinin aynı haftaya denk gelmesinin sembolik bir anlamı var. Said, tıpkı Gandi gibi “şiddet”i mutlak olarak reddetmiş bir âlimdi. Dünya sürgününe ilave olarak doğup büyüdüğü Suriye’den de ayrılmak zorunda kalan Said, geldiği Türkiye’de bu defa Türkiye’deki savaş taraftarı iktidar ve iktidarı destekleyen İslami/dindar sivil toplumun içinde entelektüel bir sürgün hayatı yaşadı.

Suriye’nin Türkiye sınırındaki Atme şehrinde yaşayan IŞİD lideri Ebu İbrahim el-Haşimi el-Kureyşi, geçtiğimiz Perşembe günü (3 Şubat) gerçekleştirilen ABD baskınında öldü. Kureyşi’nin hayatına intihar yeleğini patlatarak son verdiği, patlamada iki çocuğu ile eşinin de öldüğü ileri sürülüyor.

El-Kureyşi’nin lideri olduğu örgüt binlerce Müslümanı, Ezidiyi çatışma sırasında da değil esir aldıktan sonra ve fidye olarak kullanamadığı durumlarda vahşice yakarak infaz etmiş, dahası bu vahşet görüntülerini bütün dünyaya servis etmişti.

Günümüzde utanç verici köle pazarlarını, sanal köle pazarlarını devreye sokma yaratıcılığını gösteren de aynı örgüttü. Bütün bunlar, İslam adı kullanılarak Müslüman dünyanın içinde ve gözleri önünde yapıldı. Charlie Hebdo’nun Hz. Muhammed’i aşağılayan karikatürleri için yüz binlerce Müslüman Pakistan’da ve dünyanın başka yerlerinde yürürken, İslamı zalim, cani, köleliğin destekleyicisi gibi gösteren IŞİD’in bu canavarca yöntemleri böyle kitlesel tepkilere yol açmadı maalesef. Elbette, geçtiğimiz hafta içinde vefat etmiş olan merhum Cevdet Said gibi şiddete karşı çıkan bireyler ve alimler vardı, ama kitlesel bir isyan ve itiraz yükselmedi ne yazık ki.

Cevdet Said, ki kendisine “Müslümanların Gandisi” ismi verilmiştir, bu hafta başında, 30 Ocak 2022’de vefat etti. Tıpkı Gandi gibi “şiddet”le hayatının çeşitli safhalarında yüz yüze gelmesine; şiddetin bütün akıl çelici yönüne; buraya meyletmediğinde göreceği cezalara rağmen bu seçeneği reddetmiş bir alimdi.

Dünya sürgününe ilave olarak doğup büyüdüğü Suriye’den de ayrılmak zorunda kalan Said, geldiği Türkiye’de bu defa Türkiye’deki savaş taraftarı iktidar ve iktidarı destekleyen İslami/dindar sivil toplumun içinde entelektüel bir sürgün hayatı yaşadı.

Cevdet Said’in 1931’de atalarının Kafkasya’dan göç etmek zorunda kaldıkları Golan Tepelerinde başlayan hayatı, eğitimi için gittiği Mısır’dan ve Suudi Arabistan’dan geri döndüğü Suriye’de devam etti. Suriye ile Mısır’ın 1 Şubat 1958’de birleşerek kurdukları Birleşik Arap Cumhuriyeti döneminde zorunlu askerliğini yaparken, 1961 yılında birleşmeye karşı çıkan bir darbe girişimi gerçekleşti. Said, bir asker olsa da bu darbeye iştirak etmeyeceğini, verilecek hiçbir emri uygulamayacağını açıkça beyan ederek şiddete ilkesel karşıtlığını gösterdi.

1963 yılında gerçekleşen Baas darbesinden beş yıl sonra öğretmenlik görevinden çıkarıldı, defalarca hapse gönderildi. Köyüne dönüp çiftçilik yaparak hayatını kazanmaya başladı ama entelektüel hayatını da devam ettirdi. 1966 yılında yayınlanan ilk kitabı, Adem’in İlk Oğlunun Mezhebi: İslami Harekette Şiddet Sorunu başlığını taşıyordu. Türkiye’de en çok Bireysel ve Toplumsal Dönüşümün Yasaları kitabıyla bilinse de Türkçeye ve başka dillere başka pek çok kitabı daha çevrildi.

Cevdet Said 2012 yılına kadar Suriye’de kaldı, artık tüm dünyada tanınıyordu, çok sayıda kitap yazdı. Malik bin Nebi’den çok etkilenen âlim, İslam dünyasının en önemli meselesinin “sömürülmeye açık olmak”, “güdülmeye elverişli olmak”, Ali Şeriati’nin biraz da vülger ifadesi ile “eşekleşme” olduğunu söylemiştir. Bütün İslam dünyası için en önemli meselenin Filistin olarak görüldüğü bir dönemde sorunun gerisindeki esas meseleye eğilmesi, İslam dünyasında hâkim olan pek çok görüşe cesaretle ve safiyetle karşı durabilmesi, fikirlerini açıkça ifade edebilmesi onu önemli kılıyor.

İslam dünyasının direnişçi âlimleri Avrupa sömürgeciliğine saldırırken Avrupa Birliği’nin olumlu örnekliğini ifade etti;  İslam’ın temeli olan “tevhid”in metafizik bir kavram olmayıp insanların eşitliği anlamına geldiğini savundu; ömrü boyunca Müslüman dünyanın gel-gitleri arasında şiddetten uzak olmayı, baskı ve istibdata karşı durmayı pusula edindi. Bu pusula, siyasi gelişmelerin son derece belirleyici olduğu Müslüman dünyanın entelektüel ortamı için “elverişsiz” olduğu için onun bilinirliğini de azaltıyordu.

İngilizcede “siyasi doğruculuk” olarak ifade edilen ama Türkçede böyle kullanıldığında anlatmak istediğini anlatamadığını düşündüğüm bir kavram var. Bunu tam karşılamasa da “nabza göre şerbet vermek” ifadesini tercih ediyorum ben ve Cevdet Said’in en iyi bununla tanımlanabileceğini düşünüyorum. 

Bu sayede ve bu yönüyle, İran Devriminin şiddet yoluyla olmamasını takdir ederken sonraki dönemleri için eleştirel olabilmişti.

Cevdet Said’in 2012 yılında kardeşini kaybettiği saldırı sonrasında geldiği Türkiye’de, iktidar ve iktidarı destekleyen dindar sivil toplumun Suriye’deki savaşı desteklediği bir ortamda dahi savaş karşıtı bir pozisyonda kalabilmesi onun bu alandaki kararlılığını ve sebatını gösteriyor.

Neticede Suriye’deki savaş için bir dönem desteklenen;  bu dönemde İngiltere kadar bir toprak parçasına ve petrol rezervlerine hükmeden ama binlerce insanın da ölümüne yol açan; artık ortadan kalkmış köle pazarlarını İslam adını kullanarak tekrar açan IŞİD’in lideri el-Kureyşi’nin Hitler’in propaganda bakanı Joseph Goebbels’in eşi ve altı çocuğuyla intiharını hatırlatan sonunu düşündüğümüzde Cevdet Said’in haklılığını bir kez daha görüyor ve takdir ediyoruz.

- Advertisment -