Gülsüm Ekinci
RÖPORTAJ | Taksim’de Gazze için Vicdan Mahkemesi: “Devletler tarafından yalnız bırakılan Güney Afrika’ ya, sivil toplum olarak destek vereceğiz”
Cumartesi günü İstanbul Taksim’de Gazze için Vicdan Mahkemesi toplanıyor. Hazırlanan iddianamenin okunacağı, Filistinli tanıkların dinleneceği mahkemede, Uluslararası Adalet Divanı’ndaki Güney Afrika Heyeti’nden Khaled Al-Shouli, Filistinli Hukukçu Amjad Salfiti konuşacak. Mahkeme heyetinde yer alan ilahiyatçı yazar ve Filistin’e Özgürlük Platformu üyesi Fatma Akdokur Serbestiyet’e anlattı: “Güney Afrika'nın girişimini ne yazık ki siyasi iradeler, ülkeler desteklemedi. Ne yazık ki çok açık ve net bir Türkiye olarak masada yer alamadık. Siyasetin bıraktığı boşluğu biz sivil toplum olarak doldurmaya talip olduk.”
RÖPORTAJ | Afşin Kum: “Yapay zekâya ‘iktidarı ele geçir’ dendiğinde ilk olarak inançla bağlantısını kurması aslında şaşırtıcı değil”
Netflix’te dizileri de yayınlanan Sıcak Kafa ve Kübra’nın yazarı Afşin Kum: “Modern demokrasilerde iktidarın tanımı toplumun ortak iradesiyle oraya yerleştirilmiş ve herkesin yararına çalışan bir şey ama gerçek öyle değil. Dolayısıyla yapay zekâya ‘iktidarı ele geçir’ dendiğinde ilk olarak inançla bağlantısını kurması bizi şaşırtabiliyor. Tarafsız bir zekâ, iktidarın inanca yaslandığını keşfediyor”, “Çekilen diziye teknik açıdan bakarsanız elbette çok başarılı ama çok daha iyi bir iş olma fırsatının kaçtığını düşünüyorum.”
RÖPORTAJ | Selçuk Orhan: “Kurtlar Vadisi’ndeki Ömer Baba’nın eşi bile açıktı, son diziler toplumun iç barışı için ürettiği bir çözüm”
40 Hadis’in yazarı Selçuk Orhan’la Kızıl Goncalar, Kızılcık Şerbeti, Ömer dizilerini konuştuk: “Başörtülü bir karakterin ekrana girmesi ilk ne zaman olmuştur? En fazla temizlikçi karakteri etrafında olurdu. O da kötü şiveyle konuşurdu. Bizimkiler’de kapıcı karısı olarak ortaya çıkarlar. Kurtlar Vadisi’nde Ömer Baba karakteri var, herkese dinî, ulvi öğütler veren, namazında niyazında bir amca ama onun eşi de açıktır. PKK militanları bile vardı karakter olarak. Ama bunu yapma cesareti olan yapımcı başörtülü karakterlere hiç ilişmedi. Bugünkü dizileri, toplumun kendi iç barışını sağlama noktasında ürettiği bir çözüm olarak görmek istiyorum.”
RÖPORTAJ | Cihan Aktaş: “Herkes tek kişilik mekânlarına çekilme eğiliminde. Sivil toplum neredeyse ölmüş durumda”
Cihan Aktaş ile son kitabı Şehrazat Balkonda’yı anlattı: “Franco Bifo Berardi, sahneyi ayrıntılı bir şekilde tasvir ediyor: "Dayanışma ortadan kalktığından beri geriye sadece intikam kaldı: Yoksulların ezilenlerden aldıkları intikam (ırkçılık), ezilenlerin kadınlardan aldıkları intikam (maço şiddeti), herkesin herkesten aldığı intikam (vahşet)." Bu kaos döneminde sonucu bizim ne yaptığımız belirleyecek. Hâli hazırda herkes tek kişilik mekânlarına çekilme eğilimi içinde. Sivil toplum neredeyse ölmüş durumda. Herkesin her konuda ittifak etmesi gerekmiyor. Sivil toplumun, sivil toplumların birlikte var olabilmesinin imkânını araştırmaya mecburuz, bunun yolu da konuşmaktan geçiyor, türdeşlerle aynı mekâna kapanmaktan değil.
RÖPORTAJ | Fatmagül Berktay: “Bugün topluma İslamcılar-laikler ekseninden bakmanın yanlış ve çok ezber olduğunu düşünüyorum”
“İsrail, Holokost mazeretine sığınarak başka bir Holokost yaratıyor. Bugün olsa Arendt’in kendisine Arendt ödülünü vermezlerdi.” “Türkiye’yi Laikler-İslamcılar ayrımına sıkıştırmak eski ezberi tekrarlamaktan başka bir şey değil. Türkiye çok değişti. Kendisine dindar, muhafazakâr diyen kesim de acayip tabakalaşmış durumda.” “Ahlaki çürümeden sıkça bahsediliyor haklı olarak ama keyfi liberalizm olgusunu görmeden ahlaki çürümeden nasıl bahsedilir, bilmiyorum. Keyfi liberalizm, keyfi hukukla tamamlanıyor ve her şey yapılabilir, her şey mübah anlayışını yaygınlaştırıp meşrulaştırıyor.”
RÖPORTAJ İKİNCİ BÖLÜM | Etyen Mahçupyan “Batılı devletlerin İsrail’e kayıtsız şartsız desteği, ortak bir ahlâk üretememelerinin sonucu”
Mahçupyan: “İsrail’e kayıtsız şartsız destek verme olayını bir tek Almanlar için anlıyorum. Yahudiler’e öyle şeyler yapmışlar ki şimdi bir Alman “Şimdi vicdanen ne olursa olsun başka bir pozisyona geçemem. Ben öyle sahte objektiflik yapamam arkadaş,” diyorsa, bu çok insani geliyor ve kabulüm yani. Ama diğer devletlere doğru gittikçe Almanların dışında doğru kaydıkça bu bir oportünizm. Kendinle hesaplaşmaktan kaçmanın oportünizmi. Bu İslam'la, Müslümanlıkla, göçmenlerle başa çıkamamanın getirdiği bir oportünizm. Aslında kendi dünyanda bizzat ürettiğin, memleketinde entegrasyon denen şeyin becerilememesiyle, kendi dünyanda bir ortak ahlak üretememenle ilgili”
RÖPORTAJ | Mahçupyan: “AK Parti’nin ilk on yılı Türkiye için kaçırılmış bir fırsat. Fakat bunu ne AK Partililer ne laikler anladı”
Etyen Mahçupyan’ın yeni kitabı Demokrat Manifesto çıktı. Mahçupyan’la kitabını konuştuk: “Türkiye'nin ayrıca üst düzey, ikinci bir sıfır noktası var, o da nedir: Modernlikle paralel olarak Kemalizmin de yıpranması ve artık bir çare olamadığının ortaya çıkması, 28 Şubat'ta apaçık göründü. Sonraki dönemde çok kısa bir süre AK Parti'nin belki de demokratlığa da gidebilecek bir istekliliği vardı. Ama laik kesimin destek vermemesi AK Parti içindeki dinamiği tekrar eski hamuruna, eski damarına geri döndürdü. Dolayısıyla AK Parti'nin ilk on yılı Türkiye açısından kaçırılmış çok çok büyük bir fırsat. Fakat aslında bunu ne AK Partililer ne de karşısındaki laikler idrak etti. Sonuçta nereye geldik, şimdi başka bir sıfır noktasındayız.”
İstanbul’da Filistin’e destek için Edirnekapı’dan Beyazıt’a “El ele Gazze şeridi – Soykırıma dur de” yürüyüşü
Filistin İnisiyatifi tarafından İstanbul, Gaziantep, Kocaeli, Konya’nın da bulunduğu bazı şehirlerde eş zamanlı "El Ele Gazze Şeridi - Soykırıma Dur De" el ele, insan zinciri eylemi organize edildi. Yürüyüşün İstanbul ayağı Edirnekapı'dan başlayıp Beyazıt’a devam etti, Sultanahmet meydanında Filistin ve Filistinlilerin özgürlüğü için edilen duayla tamamlandı. Serbestiyet'e konuşan eylemcilerden tıp fakültesi öğrencisi Ayça Kayman: "Hastaneler dünyanın mabedidir. Oralar dokunulmazdır. Hiçbir savaşta hastanelere dokunulmaz. Bu bir savaş suçudur. Bu bir savaş değil soykırım. Ve biz barış değil özgürlük istiyoruz" Kimya öğrencisi Sena Nur Gamlı: "Şu anda bir soykırım işleniyor ve elinden bir şey gelebilecek hükümetler hiçbir şey yapmıyor. Bize de oradaki masum hayatların sesi olmak düşüyor."
RÖPORTAJ | Mehmet Efe: İslamcılık can çekişiyor, Müslümanlık yaşasın
Yazar, şair Mehmet Efe ile son kitabı “Zulüm Bizden” üzerine konuştuk: “Boğazımı sıkanın hayalarına tekme atmak için İslamcıyım.” demiştim. İslamcılığı hep Müslümanların nefsi müdafaası olarak adlandırdım”… “Allah'a iman ettiğini iddia eden bir insanın, iktidarı veya devleti veya güç sahiplerini savunma refleksi kadar hazmedilemez bulduğum çok az aşağılık davranış var. İsterse o devlet her güne hatimle başlasın.” “İslam iktidardakini de, muhalefettekini de şirazede tutar. “Ben Müslümanım” dediği için İslam sayılan her iktidar; iktidara yarayacak bir İslam da üretiverir. Öyle de oldu.” "Siyasal İslamcı" tabiri aslında İslam ve Müslüman nefretini örtbas için üretilmiş bir kaypaklık.” “İslam'dan beslenen bir nizam tasavvuru için İslamcı olmamız gerekmiyor, Müslümanlık İslam olmaktır.” “Bir tek masum insana zulmedilmesine razı olmak pahasına özgür olmaktansa, sefil ve tutsak yaşayıp elleri temiz bir Müslüman ölmeyi tercih ederim”
RÖPORTAJ | Alev Erkilet anlatıyor: Mevlit şekerleri nasıl mevlit paketine dönüştü?
Alev Erkilet: “Mevlit şekerinin mevlit paketine dönüşmesi sürecini sadece sosyo-ekonomik seviyedeki değişimle açıklamak doğru olmaz. Burada sadece dindarların değişiminden değil topyekûn bir toplumsal değişimden söz ediyoruz. Tek bir dindarlar ya da sekülerler kategorisi yok aslında. Birbirlerinden sandıkları kadar farklı değiller. Bu iki kümede yer alan bireyler oy verme davranışlarından giyim kuşama, boş zaman değerlendirme etkinliklerinden güzellik anlayışlarına kadar pek çok konuda ortaklaşıyor. Özellikle genç kuşaklar bu iç içe geçme hâlini yetişkinlerden daha keskin bir şekilde yakalıyor ve katkıda bulunuyor. Bizim de onlardan öğrenmemiz lâzım. “Muhafazakârlaşma bütünsel bir sistem olarak dinden, üst-yapısal bir yaşam biçimi dine doğru geçiş sürecidir diyebiliriz. Görünürlüğü vurgulayan, pastanın kendine düşen payını artırmaya çalışan ama mevcudu dönüştürmeyi hedeflemeyen bir bakış açısı. Bence muhafazakârlaşma bir sorundur; Müslümanların tanımlayıcı vasfı değildir.”
RÖPORTAJ | “Erdoğan onu muhatap aldığı için Menzil’de ana gövdeyi Saki Erol oluşturacaktır”
Bülent Şahin Erdeğer ile Menzil’i konuştuk: “İnsanın inanma güdüsünü sağlıklı bir zemine oturtmazsanız; tarikatlar kapatılmalı dediğinizde, dinî sosyalleşme alanları yeraltına çekilir. İnsanları tıpkı mafyalar gibi gittikçe hukuk dışına ve suça itmiş olursunuz. Bence bu tarz yapılar dinî mafya olarak da tanımlanabilir.” “Menzil’in hastanesi varmış, olabilir. Mesele hastanesi olması değil ama Sağlık Bakanlığı'nı kontrol etmesine izin verilemez.” “Devlet ricali ve Cumhurbaşkanı kendisini muhatap aldığı için ana gövdeyi Saki Erol oluşturacaktır. Diğer kardeşler ise daha küçük kollar olarak devam edecektir; işte Semerkant vs. gibi küçük şeyleri onlar idare edecek, küçük yapılanmalar olarak devam edecektir.”
RÖPORTAJ |“Her gün 500 Suriyeli sınır dışı ediliyor, yüzde 80’inin geçici koruma kimliği var, iktidar yerel seçimler için propaganda yapıyor”
Türkiye vatandaşı Suriyeli insan hakları aktivisti Taha Elgazi anlatıyor: “Günde en az beş yüz Suriyeli sınır dışı ediliyor. Sınır dışı edilenlerin yüzde 80’ninin geçici koruma kimliği var yani kaçak değiller. Suriyeli sığınmacı İstanbul’da ikamet ediyor, İstanbul’da çalışıyor ama geçici koruma kimliği başka bir ile bağlı. Polis çevirdiğinde ve bu kişinin elinde yol izni belgesi yoksa sınır dışı süreci başlıyor. Aslında hukuken yapılması gereken geçici koruma kimliğini hangi ilden aldıysa oraya göndermek. Altı Afgan, iki İranlı hatta Türk vatandaşı olduğunu anlatamayan bir Urfalı arkadaş bile İdlip’e gönderildi. Göç Başkanlığı Suriye’nin kuzeyini kapalı bir cezaevi gibi görüyor. Sınır dışından önce gönüllü dönüş evrakları imzalatılıyor, herkese gönüllü dönüyorum dediği video çektiriliyor. İktidar önceden “muhalefet baskı yapıyor” diyordu. Şimdi muhalefet sessiz. İktidarın şimdiden belediye seçimleri için, özellikle İstanbul ve Ankara için propaganda yaptığını düşünüyorum.”
ÖZEL HABER | Sınavda birinci oldu, mülakatta 202’inciliğe düşürüldü: “Sıralamaya giremediniz”
29 Ocak 2023 günü yapılan Göç İdaresi Uzman Yardımcılığı yazılı sınavına giren Necati Fıstıkçıoğlu, yazılı sınavda sorulan 100 sorudan 91’ini doğru cevaplayarak birinci oldu. Aynı sınavda 80 doğru cevapla ve 80 puan alan Tarık Çetin de on birinci sıraya yerleşti. Ama mülakatta işler değişti. 21 Haziran’da açıklanan mülakat sonuçlarına göre yazılı sınavın birincisi Fıstıkçıoğlu 202.’liğe, 11.’si Çetin ise 218.’ciliğe gerilemişti. Kuruma asil listeden 100 kişi alındı, 100 kişi de yedek listesinde yer aldı. Ama yazılı sınavın birincisi ve on birincisi yedek listeye bile giremedi. İki genç şimdi Erdoğan’ın seçim öncesi kaldırılma sözü verdiği mülakatta ne olduğunu soruyor ve haklarını arıyor.
TARTIŞMA | Erbakan’ın 15 yaşında evliliğe onay konuşması: “15 yaşındaki evladınız çıkardığı pantalonu yerden kaldırıyor mu?”
Yeniden Refah Partisi lideri Fatih Erbakan’ın üç yıl önceki 14-15 yaşındaki çocukların rızalarıyla evlenmesini savunan sözleri tartışılıyor. Üç uzmana tartışmaları sorduk. Antropolog Dr. Neslihan Akbulut: “Kendi kız çocuklarının üniversite okuyup hatta yüksek lisans ve doktora yapıp evlenmesini bekleyen bir baba olarak Erbakan’ın evlilik yaşının 15’e düşürülmesi önerisinin en güçlü muhalefeti de kendisi. Yani kız çocuk babası Fatih Erbakan’ın siyasetçi Fatih Erbakan’a karşı olduğunu görebiliriz.” Sosyolog Hatice Erdem: “Evlenmek akit yapmaktır. Sözleşmenin altına imza atan neye imza attığını bilmek ve idrakine varma yeteneğine sahip olmak zorundadır. Örneğin deli, sözleşme yapamaz. İslam’da delinin evlendirilmesi haramdır. Çünkü evlilik, insan hayatındaki en büyük akittir.” Psikolog Dr. Vahide Ulusoy Gökçek: “15 yaşında evladı olan ebeveynlere sormak gerek, evladınız çıkardığı pantolonu yerden kaldırıyor mu, portakal soyabiliyor mu? Daha günlük hayatını idame ettirecek beceriye sahip olmayan bireylere evlilik kurumunun sorumluluğu vermek mi?”
Adını açıklamak istemeyen kadınlar konuşuyor: “Sesimizi duyurmak için daha kaç kadın olmalıyız”
“Müslümanım veya dindarım diyen bir kadın, iktidarın demeçlerinden hiçbirini onaylamıyorsa kendini nasıl konumlandırmalı? Bu kadınları yoruyor…”, “Yirmi yılda kadınlar inandığı her şeyle yeniden, yeniden denenirken; dindar erkeklerin çoğu asla vazgeçmedikleri konforlu hayatlarına devam etti…”, “AK Parti kendi varlığını dahi ‘tek adam’a adadı. Yanlışları doğrularını götürdüğü için maalesef doğruları aklımda kalmamış...”, “Sesimizi duyurmak için daha kaç kadın olmalıyız. İnandığımız din adına söz söyleyebilmek adına daha kaç kapıdan kovulmalıyız, daha kaç hocanın tacizine uğramalıyız…”
KADEM’in “Camiler Hepimizin” çağrısı ve “KADEM’in şerrinden Allah’a sığınan” muhafazakâr erkekler
Camilerin kadın, erkek, çocuk, genç herkes için “yaşam mekânına” dönüştürülmesini isteyen KADEM’li kadınlar sosyal medyada büyük tepki gördü. Tepkilerini KADEM’in kapatılması talebiyle Cumhurbaşkanı ve İletişim Başkanlığı’na şikâyete vardıranlar dahi oldu… KADEM’in taleplerini haklı bulan iki dindar kadın, yaşananları Serbestiyet’e değerlendirdi. Nevin Meriç: “Kadınların camilerde ne işi var, orada ne işi var, burada ne işi var demekle yol alınmıyor”, Ayşe Sula Akbal: “En rahatsız olduğum şeylerden biri de erkeklerin camide kadın görünce bir tuhaflaşması; hiç anlayamıyorum."
“Hepimiz, artık varlığını her an her yerde hissettiğimiz baskıdan; had bildiren, sopa gösteren siyasilerden çok yorulduk
Sıla Türköne: “İktidar değişikliğinin, mücadeleye alan açacağına inanıyorum ya da inanmak istiyorum. Çünkü hepimiz, artık varlığını her an her yerde hissettiğimiz baskıdan, had bildiren, sopa gösteren siyasilerden çok yorulduk. O yüzden bir gelişme bekliyorsam da hiç değilse başımıza üşüşen kalabalığın, birazcık nefes almamıza imkân tanıyacak ölçüde dağılmasına dair bir gelişme bekliyorum.”
“Millet İttifakı’nın kazanması durumunda örtülü bir ayrımcılık uygulanacağından endişeliyim”
Rabia Okur: “Millet İttifakı’nın seçimi kazanması halinde kılık kıyafete direkt müdahale olmasa bile, örtülü bir ayrımcılık endişesini taşımaktayım. Her ne kadar geçmişe yönelik helâlleşme çağrısı olsa da bunun günlük pratiklere yansıyacağı hususunda maalesef ikna olabilmiş değilim.”
“Yaşananların bende ve sanırım diğer kadınlarda da bıraktığı his, korku”
Mualla Kavuncu: Kadem’in ve diğer kadın kuruluşlarının çabalarına rağmen, güçlü bir kampanya yürüten erkek-egemen koro maalesef başarılı oldu. Özlem Zengin’in tamamen yalnız bırakılması, hatta tehditler alması bu durumda gelinen son noktayı işaret ediyor. Yaşananların bende ve sanırım diğer kadınlarda da bıraktığı his, korku. Bu iktidarın, hele de yeni bileşenleriyle devam etmesi, kadınların tamamen aleyhine olacak korkusu. (…) Kadınların özgür, yetkin ve yeterli bireyler olarak görüldüğü; kimsenin kendisini onların sahibi, efendisi, çobanı, namus bekçisi olarak görmediği bir Türkiye hayal ediyorum.
“Artık dinî söylemleri yalnızca kadını baskılamak için kullanan çıkarcı büyük kitle için de hükümet için de iyi hiçbir şey düşünemiyorum”
Arzu Kılıçarslan: “Artık olaya bakışım, din algım değişti. Birçok şeyin Tanrı'nın değil ataerkil sistemin isteği olduğunu anladım, kadınlara dinî sözlerle süslenerek yapılan dayatmaların ve zulmün farkına vardım. Artık dinî söylemleri yalnızca kadını baskılamak için kullanan, kadını hâlâ hakkında pazarlık edilebilir bir malzeme gibi gören çıkarcı büyük kitle için de; onlara ses çıkarmayan, üstüne üstlük İstanbul Sözleşmesi’nde taraf olmaktan vazgeçen hükümet için de iyi hiçbir şey düşünemiyorum.”
“Kapalı kapılar ardında kıyasıya eleştirip kamusal alanda övgüler yağdıranların en büyük kötülüğü yaptıkları fark edilemedi”
Yıldız Ramazanoğlu: “Son yirmi yılda üç farklı mütedeyyin erkek profili ortaya çıktı: Çağı kadınlarla birlikte kavrayıp, olumlu bir eşgüdüm içinde yol arkadaşlığı yapanlar; başörtülü kadınları yasakçı çevrelerle birlikte küçümseyip, geri kalmışlık ithamını yansıtarak gizliden horgörüye katılanlar; zamanın tamamen dışından gelip, köyünden hiç çıkmamış babaannelerin evrenindeymişiz gibi, hayatlarımıza karşılık gelmeyen söylemleri İslam budur diyerek dayatanlar.”
Sümeyye Kavuncu: “Dindar kadınların yaşadıkları hayal kırıklığı öfkeye, siteme dönüştü”
“AKP hem kendi içindeki hem dışarıdaki kadınlara savaş açmış gibi görünüyor. Her sene 8 Mart’larda, 25 Kasım’larda kadına şiddete karşı bir araya gelen kadınlara polis şiddeti ile karşılık verilmesini üzüntü ile izliyorum. Son beş yıldır çoluk çocuk, bebekli, hamile hep beraber katıldığımız 8 Mart Gece Yürüyüşleri devletin aygıtları tarafından terörize ediliyor. İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılması özellikle büyük bir kırılma yarattı.”
“AK Parti’ye olan inancımı yitirdim ve savunacak takatim de kalmadı”
Canan Aydın Bıçak: “İlk yıllarda farklı kesimleri kucaklayan, demokratik haklar anlamında güzel bir ivme tutturan, Türkiye için samimi ve özverili şekilde çalışan, üreten AK Parti’nin ikinci on yılında sekteye uğradığını görmek, partinin yolsuzluklar ve adaletsizlikler nedeniyle yıprandığına şahit olmak beni çok üzüyor, yaralıyor. Özetle bugün AK Parti’nin bir alternatifini göremiyorum. Ama onlara olan inancımı yitirdim ve savunacak takatim de kalmadı. Millet İttifakı’nın da Türkiye’yi değil ileriye geriye götüreceğini düşünüyorum.”
“Geçen zaman, particiliğe özgü vahim işlerin hesabının da Müslüman güvenilirliği hanesine yazılmasını getirdi”
Cihan Aktaş: “Geçmişin kabûslarının geri geleceği endişesine gark olan kimi mütedeyyin gruplar, bugünün çeşitli yanlışlarını ifadeden uzak tutma yoluna girdi. Değerleri öne çıkararak gündemi yorumlamak, neredeyse marjinal bir tutum olarak algılanmaya başladı böylelikle. Geçen zaman, Müslüman duyarlığının ifadesinin parti sınırlarına indirgenmesi, particiliğe özgü çekişme ve hataların, yanlışların, vahim işlerin hesabının da Müslüman güvenilirliği hanesine yazılmasını getirdi.”
“İş pratiğe döküldüğünde bu geriye gidişi hazmetmek hiç de kolay olmayacak”
Hidayet Ş. Tuksal: “Dindar kadınları endişelendiren gelişmeler bazı kadınlar tarafından ‘tamamen bir kısım seçmene verilmiş siyasi taviz’ olarak görülüp pek de umursanmıyor ancak iş pratiğe döküldüğünde bu geriye gidişi hazmetmek hiç de kolay olmayacak. Yine de dindar kadınları AK Parti’ye bağlamaya devam eden önemli bir konu var: dindar kimliklerinin ve yaşam tarzlarının gönüllü kabulü…”
Nursema’nın nefesi
Yıllardır izlediğimiz dizilerde anlatılan “normal”in içinde sağcısından solcusuna hep seküler hayatlar vardı. Yani “insanı insana anlatırken” hep seküler taraf “normal” sayılıyordu. Dindar/muhafazakâr karakterler ya yerilerek ya yüceltilerek (tek boyutlu anlatıyla) karikatürleştiriliyordu. Kızılcık Şerbeti ile belki de ilk defa muhafazakâr/dindar bir aile “normal” kategorisinden, üstelik Show TV gibi bir ana akım kanalda dizi piyasasına sürüldü. Ülkenin en az yarısını oluşturan bir kitle ancak normalleştirilebildi, ancak ‘görüldü.’
RÖPORTAJ | Mustafa Öztürk, enkaz ve atık kaldırmanın tekniği, ekonomisi ve ahlakını anlattı
“İnsanların bankalara yatırmayıp evlerinde biriktirdikleri döviz, altın ve benzeri mücevheratı, değerli yatırımları var. Enkaz kaldırma çalışmaları yapan kişilerin yeddi emin, güvenilir insanlar olması gerekiyor ve sonraki süreçte bu insanların gelir giderleri takip edilmeli. Çünkü özellikle Yalova depreminden sonra bu şekilde anormal zenginleşen insanlar var. Bu sistem ciddiyet ister, hemen kaldıralım, hemen götürelim gibi çalışılmaz. Burada akıllı, sağlıklı müzakere ederek çalışacaksın ve sağlıklı yöneteceksin.”
“Suriyelilerin yüzde 80’i kurtarmacıların bırakıp gideceği korkusuyla enkaz altındakinin Suriyeli olduğunun söylenmemesini istiyordu”
Sığınmacılar Platformu 22 Şubat Çarşamba günü “Enkazın altında da üstünde de beraberiz; yaralarımızı da birlikte saralım” çağrısıyla bir basın açıklaması yaptı, ardından koordinasyon toplantısı düzenledi. Toplantıda avukat Gülden Sönmez hem depremzede hem Suriyeli olmanın dramını anlattı: “Suriyelilerin neredeyse yüzde sekseninde, sanki Suriyeli oldukları söylenirse arama kurtarma çalışmasının duracağı, insanların bırakılıp başka enkazlara gidileceği şeklinde bir kanaat oluşmuştu. O ırkçı nefret söyleminin bizi getirdiği nokta bu.”
RÖPORTAJ | Cihan Aktaş: İranlı genç kuşak, İslamiliğin adalette değil, zahirde sergilendiği başörtüsü uygulamalarından yoruldu
Uzun yıllar İran’da yaşayan yazar Cihan Aktaş, İran’da başörtüsü zorunluluğuna karşı başlayan son eylemleri ve yasağın tarihi arkaplanını Serbestiyet’e anlattı: İran’da 1979’da gerçekleşen bir devrimle birlikte Şah döneminde yürürlükte olan tesettür yasağı yerini kamusal alanda başörtüsü mecburiyetine bıraktı. Başörtüsü gerici değil, ilerici bir sembol olarak benimseniyordu. Devrimden birkaç yıl sonra, ‘özgürlük’ şiarı paranteze alınmaya başlandı. tesettür konusunda da ideal olana uymayan yozlaşmayla, kimliksizlikle, Batıcılıkla suçlandı. Devrim anlarında özgürlük şiarıyla bütünleşen başörtüsü, ’bedhicabi’’ denilen kötü tesettür olgusuna yerini bıraktı. Bugün genç kuşak İslamiliğin adalette değil de zahirde sergilendiği, bir örtbas kılıfı, bir kapatma aracı halinde süren başörtüsü uygulamalarından yorulmuş durumda.
RÖPORTAJ | Emine Uçak, İstanbul Suriyelilerinin yarattığı canlı kültür mekânlarının 2016’dan sonraki çöküşünü anlatıyor
Emine Uçak Erdoğan’ın Suriyelilerin İstanbul’da kurup geliştirdiği, kültürel boyutu ön planda olan çeşitli mekânları ele aldığı tez çalışması geçtiğimiz Ekim ayında kitap olarak yayımlandı. Ne var ki 2016’da biten tez çalışması sırasında canlılığını koruyan bu mekânların çoğu artık yok: “Bugün Suriyelilerin kendilerini ‘vatan’larında ve ‘eskisi gibi’ hissettikleri o mekânların çoğunun kapandığı, kurucularının başka ülkelere gittiği, gitmek zorunda kaldığı bir durumla karşı karşıyayız.”