Güzin Sarıoğlu

“Şahsiyet”, sırlar, unutmak, hatırlamak…

Birkaç gün önce diziyi izleyip bitirdiğimden beri düşünüyorum: Neleri unuturuz? Neleri hatırlarız? Neleri yanlış hatırlarız? Yaşamaya devam edebilmek için neleri unutmamız lâzım? Neleri hatırlamazsak başka birisi oluruz? Hayatı mümkün kılan unutmak mı yoksa hatırladıklarımızla mı bir “şahsiyet” oluruz?

Çocukluk arkadaşlarımızı niçin çok severiz?

Varsa eğer, çocukluk arkadaşlarımızı çok sevme hakkımızı bol bol kullanalım bence. Ya da tersten gidelim; sonraki yıllarda tanışmış olsanız bile, birisi size çocukluk arkadaşınız gibi geliyorsa, bu hissin verdiği konforu ihmal etmeyin. Kader ağlarını örerken o ilmeği kaçırmış olsa bile, o düzensiz örneğin ruhunuza çok iyi gelmesi ihtimalinin farkına varın.

Kanal İstanbul’un beyin yakan mantığı…

Projenin çılgınlığı mı yakıyor beyni yoksa bir görüşü her ne olursa olsun savunmanın zorluğu mu? Ya da, bu örnekteki uç “beyin yanması” halinde, ikisinin sinerjik etkisi söz konusu olabilir mi? Şeyhi uçurmanın peşinde, düşünmeyi unutan müritlerin en kolay sorular karşısında bile “hata verme”leri ihtimalini hesaplayacak bir formül mümkün müdür?

Finlandiya Başbakanı Sanna Marin

Kahraman olmanın bu kadar ucuz ve dolayısıyla sadece sözlerden ibaret olduğu bir dünyada, hiçbirimizin kahramanlara ihtiyacı yok. Çevremizde, kendine yerli yersiz yakıştırdığı sıfatların değil ne yapıp ettiğinin, vicdanının ve sorumluluk duygusunun belirleyici olduğunun farkında olan “sıradan” insanların olmasını tercih ediyoruz.

Orhan Pamuk methiyesi

Bir söyleşi, yeni bir kitap adı, daha önceki kitapların izleri... Bildiğimiz, sevdiğimiz bir yazarın biz okurlarını sürükleyip götürebilecekleri yerler, tarihler, olaylar sanki anlattıkça çoğalıyor. Bahsettikçe, yakın arkadaşımız haline gelen roman kahramanlarını özlediğimizi fark ediyoruz.

Mekanın Gerçek Sahibi Greta Thunberg (2)

Bir grup insanı “atipik”, “anormal” vs olarak tanımlayınca, otomatik olarak “normal”i de tanımlamış oluyoruz. Fazla derine girmeye gerek yok bence, “normal” çoğunluğun olduğu yerdir. Dolayısıyla aspergerli, otizmli ya da bir şekilde nörotipik olmayanların çoğunluk ile aynı yerde durmadıkları için, farklı şekilde söyleyecekleri farklı sözleri ve ufuk açabilecek başka düşünce biçimleri olduğu için, “anormal” kabul edilmesini “normal” buluyoruz.

Mekanın gerçek sahibi Greta Thunberg

Greta Thunberg, işte bu şekilde, sanki zamanda seyahat edip, gelecekten, iklim krizinin artık çoktan savuşturulmuş olduğu yıllardan günümüze, yani küresel iklim değişikliği hakkındaki bütün kırmızı çizgilerin birer birer aşıldığı yıllara, bir çözüm bulunmasını garanti etmek amacıyla fırlatılmış gibi duruyor.

Haneke filmlerinde yaşarken…

Birkaç hafta önce İstanbul’da birlikte yaşayan kardeşlerin intiharı ya da birinin diğerlerini öldürüp intihar etmesi, artık bir Haneke filminde yaşadığımız hissini iyice kuvvetlendirdi. Ardından da diğer trajik aile ölümleri geldi. “Aile”, “intihar”, “siyanür” gibi kelimeleri bir arada kullanıp duruyoruz. Elimiz kolumuz bağlanıyor, üzerinde konuşamayacağımız kadar nefesimiz kesiliyor.

Küba’dan Türkiye’ye propaganda detayları…

Bir yandan da şunu düşündük, 2019 yılında Ak Parti Türkiyesi “temsili” olarak bundan daha iyi tasvir edilemezdi: İçerik çökmüş, şekil her yeri kaplamış, ama maalesef o da yanlış şekil. Herhangi bir iş için yandaşlar arasından olsa bile işin ehlinin aranıp bulunmasına gerek duyulmuyor. “Açık yönlendirme”, hatta o bile değil, “bizzat elinden tutup gideceği yere bırakma” propaganda sayılıyor. Kimse kimseyi, ama daha garibi Ak Parti, kendi tabanını bile ikna etme gereği duymuyor.

Cumhuriyet kadını olmak…

O öbek öbek erkekler, her konuyu zaten kendi kendilerine tartışıyorlar, bazen bir kadını da aralarına alıp, olmayacak imalarla iğneleyici laflar kullanmayı da ihmal etmiyor bir çoğu elbette. Hatırlasanıza, bu ülkede parti başkanı gibi en üst düzeyde olsalar bile siyasetçi kadınlara (da) cinsel içerikli imaların yapılması doğal karşılanır. Yani böyle bir “siyasi kültür”.

Sonsuzluk ve AVM’ler

Kaynaklar işi biraz karıştırıyor, muhtemelen AVM açılış hızına yetişemiyorlar, ama benim anlayabildiğim 2018 sonu itibarıyla Türkiye’de 420 civarında AVM varmış. 2021 sonunda bu rakamın 450’ye, 2023’te 500’e ulaşması bekleniyormuş. Cumhuriyetimizin 100. yılında muasır medeniyet seviyesine daha da yaklaşmış olacağımızın hoş bir göstergesi!!!

Tesadüfler, detaylar, Almodovar, Acı ve İhtişam…

Zamanla, eski kahramanlar gözümüzün önünde zavallı insanlara dönüşüyor. Esas olanın “ben kahramanım” diye bağıranlar olmadığını, sıradan insanların oynadıkları rollerin hayatlarımızdaki önemini anlıyoruz. Bir de detayların ne kadar rengarenk olduğunu, renklerin nasıl da birbirine karıştığını...

Operasyon isimleri…

 5 Ekim 2019 sabah saatlerinde Kızılcahamam’da Ak Partinin “Birlik, Dirlik ve Kardeşlik için Yeniden Yollara Düşme Vakti” başlıklı 29. İstişare ve Değerlendirme Toplantısında Cumhurbaşkanı...

“Bi fotoğraf çekinebilir miyiz?”*

Kadınların, özellikle de gençken karşılaştıkları sıradan mesleki durumlardır bunlar. Yani, yaptığınız işe odaklanmama, hep uzaktan tekinsiz bir bakış açısıyla bakıp, olumlu olumsuz yargılar oluşturma durumu. Bir erkeğin, genç de olsa, güleryüzlü de olsa fazlaca karşılaşmayacağı şeyler. Genç bir erkek hakim, örneğin Zeynep Farah Abdullah ile bir fotograf çektirseydi, aynı sertlikte eleştirilere maruz kalacak mıydı?

Kafa karışıklığı…

Genelleme yapmaya çok uygun bir konu değil ama yine de genelleyeceğim: En mühim yazarlar da dahil olmak üzere yazarların ilk romanlarının en ilginç romanları olduğunu düşünüyorum. Çoğunluğunun, 20’li yaşlarda, karışık kafalarla, ne yazacağını bilmeden belki de, alabildiğine otobiyografik ve içlerindekileri bir başka döktükleri romanlardır ilk romanlar. Samimiyet meraklıları için birebir...

Üniversite sınavı: Sen imkânsızsın, sensizlik imkânsız…

Çok bildik sözleri tekrarlamak zorundayım: Eğitim/öğretim sistemi tamamen saçmalıklarla dolu. Düşünsenize, 18 yaşına kadar çok güzel olabilecek yıllar, bu anlamsız, hayatla bağlantısını hiç kuramayacağınız prosedürler ve ezberlerle geçiyor. Bir çocuğun belki de en değerli ve en meraklı yıllarını nevrozlarla geçirtiyor sistem.

Ölü Adam ile Hiç Kimse

Ben filmlerin anlamı, mesajı vs hakkında düşünmeye müsait biri değilim. Kendimi kaptırıp giderim çoğu zaman, filmin içinde yaşadığımı sanırım bir süreliğine. Sonrasında aklımda ne kaldıysa odur film benim için. Bu minvalde, Ölü Adam, ölümün hayatın bir parçası olduğunu anlatan ya da ölümü tiye alan, belki de ölümü sevimli hale getiren bir filmdir.

Vatansız çocuklar…

Son yıllardaki en büyük haymatlos gruplardan birisi ise IŞİD bağlantılı insanlardan oluşuyor. Benim takip edebildiğim kadarıyla, bu konuda son birkaç aydan beri çeşitli mecralarda sık sık haberler yayımlanıyor. Burada tamamı Independent Türkçe’de yayımlanan üç haberden bahsedeceğim.

Guernica’dan Çernobil’e elimizin değdiği büyük felaketler…

Guernica’dan Çernobil’e... Bu geçiş ilk anda manasız görünse bile, iki adım geriye çekilip de baktığımızda, neredeyse aynı görüntülerle baş başa kalıyoruz. Picasso’nun zihnimize kazıdığı Guernica resmindeki görüntülerle.

Seçim sath-ı maili

Hakikat, inkâr etme ihtiyacı, deforme edilmiş hakikat, hakikatin herhangi bir kırıntısına bile tahammül gösterememeye başlamak, imajı düzeltmeye yönelik beyaz yalanlar, yetersizlik hissi, hakikatle her türlü bağın koptuğu yalanların hükmetmeye başlaması, bu büyük yalanları içselleştirme ve yalanın hakikati yutması, yepyeni bir “hakikat”ile karşı karşıya kalmak.

Mutfak ve yemek pişirmek

18 yaşından sonra bir daha annemin mutfağında uzun vakit geçirmedim ama mutfakta oturmayı hep çok sevdim. Mutfak, benim gibi yemek yapmayı çok sevenler için, içimize dönebileceğimiz, sevdiklerimize, (güzel olduğunu bazen zorla teyit ettirsek de) güzel yemekler yapabileceğimiz ve hâlâ radyo dinlediğimiz bir mekandır.

Telafi telaşı…

Yaralanabilen, hatalara düşebilen, belirsizliklerle ve maalesef acımasızlıklarla dolu bir dünyada ölümlü birer insan olduğumuzu kabul etsek önce. Sevdiklerimizle bir gelecek kurmayı hayal etmenin, sorumluluk almanın bağımlılık ve zayıflık olmadığını anlasak. Hayatın kaybetmeye ve kazanmaya indirgenemeyeceğini bilsek.

Post-truth ya da “hissedilen gerçeklik”

Bu yazıda “gerçekten” ya da “hakikaten” kelimelerini kullanmaktan kaçınıyorum ama bu “tokat” ya da “dayak” atma mevzuu hakikaten fazlasıyla saçmaydı. Fakat, fark etmez, “üstün” hakikatin önü çok açık oluyor, yürüyüp gidiyor. Öyle ya da böyle, bir şekilde dolaşıma sokulan yalan artık “paralel evrende” başka bir gerçekliğin parçası oluyor.

“Ben kime harcayacağım bu kadar kelimeyi…”

Okudukça, izledikçe, tanıdıkça... Bu eserlere, belki daha çok da böyle büyük eserlere “ömürlük” emek veren insanlara hayran olmaya devam edeceğiz gibi görünüyor. Dünyayı tanımanın en keyifli yanı da böyle muhteşem hikayeler zaten...

Danışma/İstişare/Meşveret

Özellikle “benim iyiliğim” için olduğu iddiasıyla bana sormadan alınan kararlar, benimle ilgili benim anlayamadığım hassasiyetler vs beni çok fazla şüphe içinde bırakıyor. İyilik, hassasiyet vs kavramlarının, birçok bencilliğin, yüzleşememenin üstünü örtmek için kullanıldığını düşünüyorum. Diğer insanları ve onlar üzerinden hayatı anlamakta en çok zorlandığım anlar bunlar oluyor da diyebilirim.

Doğumdan sonra hayat var mıdır?(*)

Bütün bu karmaşık ve en azından ikili olan yapıya rağmen, “anne” hayatımızdaki en basmakalıp kavramlardan biridir. Annelerin sadece “anne” olmaları nedeniyle her şeyi yapabiliyor olması beklenir sanki. “Çocuğa bakar anne / evine tapar anne / gece gündüz çalışır / yarını yapar anne”. Hepsi birden mi? Bu kadar göz üstünüzdeyken? Peki örneğin evine tapmazsa? Ya da yarını yapamayacaksa?

“Zamanla iyileştirecek seni bu yara…”

Artık dışarıdayız. Dışarısı çöl sessizliğinin içinde bize çok aşina olmayan kuşların sesleri. Şimdilik başka bir ses yok. Lucky’nin yeniden sigara yakarken kullandığı çakmağın sesi duyulana kadar.

Karadelik kurumlar ve had bildiriciler…

Batı kökenli “mizantropi” kavramını duymuşsunuzdur. Doğu kökenli güzel bir kelime de var bununla aşağı yukarı aynı anlama gelen: “Merdümgiriz”. Her ikisi de insanları sevmeme, doğuştan kötü olduklarını düşünme, onlardan kaçma, sonunda gittikçe tepkisizleşme ve yalnızlığa gömülme halini anlatıyor. İnsanları aşağı görme dozunun aslında kişinin kendisine verdiği değerle ters oranlı arttığını söylüyor uzmanlar.

Unutmayın…

Zaman zaman belli bir konuya takılıp kalıyorum. (Bu takılıp kalmalar da başka bir acayiplik ama bunu burada böylece bırakalım, daha sonraki bir yazının konusu olsun.) Son günlerde de, okuduğum, izlediğim, gördüğüm, duyduğum her şeye ilişkin “unutmak” ve “hatırlamak” üzerine düşünürken buluyorum kendimi.

Siyasetin tedirgin edici gölgesi…

Hâlbuki bahar geliyor, çok güzel kitaplar okudum son günlerde, şahane filmler seyrettim, oğlumun üniversite sınavı yaklaşıyor, bu acayip eğitim sistemin kötü şakasının sonunda bitecek olduğu tesellisine sarılıyorum, evin kedi üyesinin türlü komiklikte davranışlarıyla karşılaşıyoruz, vs. Yani gündelik hayat ve doğrudan siyasi olmayan dünya, benim gibi insanlara kendisini inatla gösteriyor.