Selim Kuneralp
Dünya dönmeye devam ediyor
Ülkemiz kendi trajedisi ve iç sorunlarıyla boğuşurken dünya yerinde saymıyor. Rusya-Ukrayna savaşının dünya ve öncelikle ülkemiz için yarattığı tehlike uzunca bir süre devam edeceğe benzer. Türkiye depremden sonra katlanarak artan iç sorunlarının üzerine bir de bu ve benzeri dış sorunlara muhatap olacaktır. Ne yazık ki pragmatik geçinen iktidarımız bu sorunlarla baş etmek için gerekli esnekliği göstereceğine dair henüz bir işaret vermiyor.
Deprem, dış dünya ve dış politika
İktidar, seçimi kaybettiği takdirde halefine bir enkaz devredeceğini, onun altından kalkmaya mecbur olanın da şimdiki muhalefet olduğunu hesaplıyordu herhalde. Ancak enkaz şimdiden geldi. Hesaplar alt üst oldu. Türkiye’nin acilen taze kaynağa ihtiyacı var. Oysa ülkemiz, geleneksel taze para ve yatırım kaynağımız olan ülke ve kurumların neredeyse hepsiyle kavgalı veya en azından onlara sırtını dönmüş durumda.
Yaklaşan seçimler ve dış politika
Millet İttifakı’nı Mutabakat Metni’nin dış politika bölümü için kutlamak isterim. Bunu yayınlarken kamuoyunun baskısıyla değil de ülkenin geleceği için gerekli gördükleri yol haritasını kendi aralarında belirleyerek açıklamış olmaları özellikle kayda değer bir husustur. Son yıllarda içine girdiği karanlık ve çıkmazdan ülkeyi tamamen değilse de kısmen çıkartma potansiyeline sahip bu hedeflerin en azından bir kısmının gerçekleşeceğini ümit etmek hepimizin hakkıdır.
Türkiye’de Batı düşmanlığı: Değişmeyen bir gerçek
Meslek hayatım boyunca Batıya karşı duyulan antipatinin asker-sivil-siyasetçi yönetici kadroda ne kadar kuvvetli olduğunu her devirde ve her seviyede gözlemlemişimdir. Dünya görmüş, eğitimli, dil bilen ve Batı kültürünü ve hayat tarzını benimsemiş kişiler arasında bu duygunun ne kadar kuvvetli olduğuna hep şaşmış ve kendi kendime izah edememişimdir.
Türkiye ve İran
Başta AB ve ABD olmak üzere tüm demokratik dünya İran’daki katliam ve idamlara tepki göstermeye ve yaptırımlarını güçlendirmeye başladı. Ancak tam bu sıralarda iktidarımız İran Dışişleri Bakanı Abdullahiyan’ı Türkiye’ye davet ediyor ve anlaşıldığı kadarıyla onunla hem Dışişleri bakanı hem de Cumhurbaşkanı düzeyinde yapılan görüşmelerde ne İran’daki insan hakları ihlallerinden ne de idamlardan bahsetme ihtiyacı duyuluyor.
İsveç’le terör tartışmaları
Ülkemizdeki ve Avrupa’daki terör tanımı birbirinden çok farklıdır. Türkiye’de zaman içinde destekçi ve sempatizan olmak gibi kavramlar geliştirilmiş ve bunlar da suç sayılmıştır. Oysa Avrupa ülkelerinde bu kavramlar mevcut olmayıp, iade ancak işlenen suçun ilgili ülke kanunlarında da suç sayılması halinde mümkün olabilmektedir. Bu durum çeşitli dönemlerde farklı ülkeler ile ilişkilerde sürtüşmelere yol açmıştır.
Çin nereye?
Ekonomik sıkıntıların sosyal mukaveleyi bozma tehlikesine yol açması ihtimali karşısında rejim birdenbire keskin bir viraj alarak kapanma politikasını terk etmiş, dolaşım ve seyahat kısıtlamalarını da kaldırmıştır. Aşılamanın ve hastane alt yapılarının yetersizliği karşısında yüz milyonlarca insanın virüse yakalanması ve bunların azımsanmayacak bir bölümünün hayatını kaybetmesi beklenmektedir. Şu anda hastalanan insan sayısı günde 36 milyonu bulmakta, ancak rejim ölüm rakamlarını açıklamadığı için kesin kayıp sayısı bilinmemektedir.
Fransa’da seçimler, Türkiye’de seçimler
İki turlu seçim konusunda Fransa’dan alabileceğimiz dersler olduğu en azından benim için açıktır. Tabii ki Fransa ile ülkemizin siyasi gelenekleri birbirinden çok farklıdır. Ama daha vakit varken onun tecrübelerinden yararlanmanın mümkün hatta gerekli olduğunu düşünüyorum. Bu konuda yalnız olmadığımı ve ilk turda tek veya çatı aday çıkarmak yerine tüm partileri serbest bırakmanın ve ittifak arayışlarının ikinci tura bırakılmasının yerinde olacağını düşünenlerin az olmadığını görüyorum.
2022 yılında dünyada gelişmeler ve Türkiye üzerindeki etkileri
Ülkemizin dış politikasının temel ögelerinde 2022 yılı sırasında kayda değer bir değişiklik meydana geldiği söylenemez. Çeşitli virajlara rağmen Batı karşıtı eylemler kendini göstermeye devam etmiş, özellikle Rusya’nın Ukrayna’ya açtığı savaştan sonra iktidarın anlaşılmaz bir şevkle Putin’i her daim savunan bölgedeki tek ülke konumuna girmesi zaten ona karşı güvensizliği iyice arttırmıştır.
AB ile ilişkiler: Kaybedilmiş bir yıl daha
AB Zirvesinin sonuç bildirgesinde ülkemiz ile ilgili bölümde ilk dikkatimi çeken, Türkiye’de büyük bir başarı olarak takdim edilen ülkemizin adının yabancı dillerde de Türkçe adıyla yer alması kuralına AB kurumlarının uymuş olmasıdır. Bu belgede adı geçen hiçbir ülkenin kendi ülke adlarına ilişkin böyle bir istekte bulunmamış olması da ilginçtir. Ancak 35 sayfalık bu belgede iktidarımızı memnun edecek başka bir noktaya pek rastlamadım.
Ukrayna ile Rusya arasında Türkiye gerçekten tarafsız mı?
Tarafsızlık politikamıza görünür iki darbe indirilmiştir. Birincisi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Putin ile çok sık yaptığı görüşmeler ve zaman zaman onu övmek için kullandığı dildir. Bu yakınlık tabii Batı medyasının ve siyasetçilerinin gözünden kaçmamaktadır. İkinci husus, esas itibarıyla Rusya’dan geldiği farz edilen ve Türk ekonomisini, özellikle Türk lirasını ayakta tutmak için kullanıldığı tahmin edilen külliyatlı Rus parasıdır.
Muhalefetin dış politikası var mı?
Muhalefet sözcüleri Rusya ve Çin ile ilişkilerde Türkiye’nin başta ABD olmak üzere diğer Batılı ülkelerden ayrışmasını doğal karşılamaktalar. Bunun AB üyelik hedefi ve ABD ile ilişkilerin normalleştirilmesi hedefleriyle bağdaşamaz olmadığını düşünmeleri ilginç geldi. Zira genelde iktidar değiştiğinde eski Batı eksenli politikaya dönülmeyeceğini, Türkiye’nin Batıdan bağımsız bir politika izlemeye devam edeceğini öngördükleri anlaşılıyor.
Üslup, tutarsızlık, uzlaşmazlık
Dış politikadaki üslup ve tutarsızlık dış dünyada ülkemiz hakkındaki soru işaretlerini çoğaltıyor. İktidarın sabit bir hat üzerinden ilerlemeyeceği, istikrarlı hareket edeceğine güvenilemeyeceği kanaati yaygınlaştığından ülkemizin belli başlı partnerlerinin herhangi bir taahhüde girmeden seçimleri bekleyeceği açıktır. Seçimlerin bu alanda bir şey değiştirip değiştirmeyeceğini ancak zaman gösterecektir.
İklim değişikliği konferansı ve Türkiye
Avrupa ve ABD ve genelde sanayileşmiş ülkelerde iklim değişikliğine karşı mücadele en azından Ukrayna savaşına kadar gündemin ilk sırasını işgal ederken, aynı şeyi Türkiye için söylemek mümkün değil. Kamuoyundan baskı gelmeyince sanayiciler, hatta bürokrasi ve iktidar da konuyla pek ilgilenmemektedir. Tersine Çin sermayesiyle inşa edilmekte olan termik santral Adana’da tabiri caizse tam gaz ilerlemektedir. Fakat G20’de kabul edilen bir taahhüt uyarınca Çin kendi toprakları dışında artık böyle santrallerin finansmanını ve inşasını üstlenmeyecektir.
Ekonomik küreselleşmenin sonuna mı geldik?
Küreselleşme hem Çin ile Rusya gibi totaliter yapılı ülkelerin, hem de şimdiye kadar hukuk kurallarına sadık kalmış olan demokrasilerin indirdiği darbelerin tehdidi altındadır. Küreselleşmenin bu yeni sınamanın altından nasıl kalkacağını zaman gösterecektir.
İran’da neler oluyor, neler olabilir?
Şaha karşı 1979’da başlatılan protestolardan farklı olarak günümüzdeki gösterilerin bilinen bir lideri veya lider grubu yok, kesin bir programları da mevcut değil. Dolayısıyla sırf gösterilerle rejimin değişmesi ihtimali yorumcular tarafından zayıf bir ihtimal olarak görülmektedir. Buna karşılık rejim içinde aykırı seslerin çoğalması ve bu suretle içeriden çökmesi ihtimali mevcut görülüyor.
Tek adam rejimleri: Netice?
Trump döneminde demokrasilerin yerlerini otoriter rejimlere bırakacağına ve onların daha iyi sonuç verdiğine dair yaratılan algı yavaş yavaş kaybolmaya başladı. Demokratik seçimlerin her zaman istikrarlı neticeler vermediğini son dönemde Fransa, İtalya ve İsveç’te gördük. Ancak bu ülkelerdeki kurumların sağlamlığı rejimlerin tehlikeye düşmesini engellemektedir. Bu dönemde tek adam rejimlerinin çoğulcu demokrasilere nazaran daha iyi sonuç verdiği ve tercih edilmesi gerektiği savına en büyük darbe Rusya ve Çin’deki gelişmeler tarafından indirildi.
Enerji krizi, AB ve biz
Bugün artık AB Türkiye’ye güvenmediği için Türkiye üzerinden Avrupa’ya doğal gaz aktarımı konularını iktidarımız ile konuşmayı düşünmüyor. Hatta zengin olduğu anlaşılan Doğu Akdeniz kaynaklarının Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınması tercih edilmiyor; sıvılaştırılmış olarak İsrail, Güney Kıbrıs ve Mısır üzerinden tankerlerle ihracı gündemde.
Doğu Akdeniz, yine mi?
Ekim başında Prag’da yapılan Avrupa Siyasi Topluluğu (AST) zirvesi Batı ile yeni köprüler kurmak için bir fırsat teşkil ediyordu. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan ayak üstü ve protokoler temaslar dışında hiçbir Batılı liderle kapsamlı görüşmede bulunmayı tercih etmedi. Aslında AST zirvesinden önce meydana gelen Doğu Akdeniz bağlantılı iki gelişme iktidarın Batı ile yeni sayfa açma niyeti olmadığını gayet açık bir şekilde göstermişti.
Avrupa’da neler oluyor?
Ukrayna savaşı yine beklenenin aksine AB ülkeleri arasında en azından şimdilik görüş ayrılıklarının ortak tutum alınmasını engelleyecek boyutlara gelmediğini göstermektedir… Avrupa’da doğal gaz fiyatlarının bir yıl içinde 10 kat arttığı hesaplanmaktadır. Buna ve Rusya’dan yapılan ithalat toplam ithalatın %41’i iken şimdi %9’a inmiş olmasına rağmen, bazılarının iddiasının aksine Avrupa bu yıl üşümeyecektir.
Türk-Yunan ilişkilerinde kriz ve Kıbrıs: Saman alevi?
Yunanistan ile masaya oturma keyfiyeti reddedildi, ancak yaz boyunca aralıklarla da olsa havada it dalaşları, füze kilitlemeleri filan gibi krizler de kesildi. Öyle anlaşılıyor ki en azından Yunanistan’ı haklı veya haksız rahatsız eden uçuşlara ara verildi. Aynı şekilde büyük bir maliyetle tedarik edilen ve nedense adı “Abdülhamit Han” olan araştırma gemisinin bazılarının duydukları hayal kırıklığına rağmen en azından bu mevsim boyunca tartışmalı Doğu Akdeniz sularına gönderilmediği anlaşılmaktadır.
Gorbaçov’dan Putin’e ve sonrası
Bilindiği üzere tarihi kişilerle ilgili değerlendirmeler zaman içinde değişebilmektedir. Bunu ülkemizde de görüyoruz. Belki de ülkeye uzun bir aradan sonra demokrasi denemesi yaşattığı için Gorbaçov’un savaş ve şiddet karşıtlığının halkı tarafından daha olumlu değerlendirildiği, buna karşılık ülkeyi askeri hezimet ve kargaşaya sürüklediği için Putin’in oturduğu tahttan indirilip lanetlendiği günleri de göreceğiz. Kesin olan bir şey varsa o da Gorbaçov’un 1990 yılında aldığı Nobel Barış Ödülünün Putin’e verilmeyeceğidir!
Monarşi, cumhuriyet, demokrasi
Cumhuriyetin 100. yılına yaklaştığımız şu sıralarda hâlâ devlet başkanını sorunsuz, kavgasız, buhransız ve herkesin kabul edebileceği bir yöntemle seçemeyen ülkemiz halkının Birleşik Krallık’ta meydana gelmekte olan gelişmeleri alaya almak veya onların anti-demokratik ve feodal olduklarını iddia etmek yerine gıpta etmesi belki daha hayırlı olurdu.
Vize
Schengen ülkeleri için vize müracaatında bulunanlara ret oranının dört kat arttığı; ABD vizesi için bir yıl beklemek gerektiği; iş insanları, öğrenciler, gazetecilerin, vs aşılması güç engellemelerle karşılaştıkları basında sık sık dile getirilir oldu. Kimisine göre, bu durum Batı ülkelerinin Türklere ayırımcı muamelesinin bir göstergesi, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’ne göre ise, iktidarı vatandaşının gözünde zor durumda bırakmak için yapılan kasıtlı bir hareket… Öyle mi acaba?
Suriye muamması
Mülteciler ülkelerine zorla gönderilemeyeceğine göre, kendi iradeleriyle geri dönmek isteyebileceklerin sayısının da pek küçük olması nedeniyle kamuoyunun bu gerçeğe alıştırılması gerekiyor. Ne yazık ki bizde halka acı reçete vermek yerine popülist söylemlerle uyutmaya çalışmak ezelden beri siyasilerimizin tercih ettiği yol olmuştur. Ancak mantıkları siyasi tartışmalar tarafından köreltilmemiş yorumcular en azından mültecilerin geri dönüş hedefinin gerçekçi olmadığını, onları ülkemize entegre etmenin yollarını araştırmanın zamanının geldiğini hatırlatmalıdır.
Muhalefetin dış politikası var mı?
Kanaatimce şimdiye kadar izlenen çizgi önümüzdeki dönemde sürdürülebilir değildir. Muhalefetin bir koalisyon olarak iktidarı devralmak gibi bir hedefi varsa, Türkiye’nin dış politika dahil belli başlı sorunları ile makul, akılcı hedefler belirlemekte gecikmemesi gerektiğini düşünmek tabiidir. Muhalefet bunu yapmayacaksa ve özellikle iktidarın tepkisinden çekindiği için cesur ama gerekli adımları atmayacaksa maalesef ülkeyi düzlüğe çıkaramayacak ve görevini ihmal etmiş olacaktır.
Putin ile nereye kadar?
Ülkemiz ile Rusya arasındaki tek benzerliğin rejimleri arasında olduğu, yönetim tarzlarının birbirine çok yakın olduğu, bundan dolayı da iki ülkenin zoraki bir şekilde birbirine yakınlaştığı söylenebilir. Her iki lideri de birbirine yakınlaştıran Batı’ya ve onun temsil ettiği demokratik hukuk kurumlarına husumettir. Ancak bu ortak husumet, eninde sonunda hiçbir alanda ortak menfaatleri olmadığını gizleyememektedir. Bu nedenle şimdiki halde Batı’da fazla bir telaş görülmüyor, Türkiye’nin saf değiştirebileceği endişesi hafiflemiş gibi duruyor.
Türk’ün Türk’e propagandası
Kamuoyu tartışmalı dış politika konularındaki bütün tezlerimizin doğruluğuna ve bunların hukuken de geçerli olduğuna inandırıldığı takdirde ilgili sorunların çözüme ulaşması da o ölçüde zorlaşır. Bir uzlaşma arayışını izah etmek güçleşir. Israr ve sebatla gündemde tutulan tezlerden geri dönülmeye kalkılırsa bu kamuoyuna nasıl izah edilir? Karşı taraf da kendi tezinde ısrar ettiği takdirde orta yol nasıl bulunabilir? Bulunmazsa sorun nasıl çözülür?
Çin, ABD, Tayvan: Karmaşık bir ilişki
Şimdi ne olabilir? Tek adam rejimlerin ne yapacağı belli olmaz. Ancak Tayvan 24 milyon nüfuslu, ABD sayesinde güçlü bir silahlı kuvvete sahip bir toprak. Denizden çıkarma yapmanın güçlükleri malum. Bu itibarla askeri bir harekât son derece riskli olur. Ukrayna savaşı bitmemişken dünya ekonomisinin yeni bir kriz kaldırabileceği şüpheli. Dolayısıyla Xi’nin şimdiye kadar savurduğu tehditleri yutup Tayvan gerçeğini kabul etmesi tüm dünyanın ümit edeceği bir şey.
Kıbrıs’ta iş işten nasıl geçti?
Rumlar yapılacak referandumda Annan Planını reddetmeye kalktıkları taktirde, bir parçasını teşkil eden Katılma Antlaşmasını da reddetmiş olacaklar ve adanın AB’nin yolunu kesmiş olacaklardı. Ne yazık ki bu durumu ne Türkiye’yi o tarihlerde yöneten ve ciddi sağlık sorunları yaşayan Başbakan Ecevit, ne de maalesef kendisi de ciddi sağlık sorunlarından geçen ancak yetkilerini devretmek de istemeyen Rauf Denktaş göremediler. Neticede vakit kaybedildi, Türk tarafının çözüm istemediği görüşü pekişti, çözüm olmadan adanın AB’ne girmesine karşı olan ülkeler bu taleplerinden vazgeçtiler ve Kıbrıs’ın Katılma Antlaşması içinde Annan Planı olmaksızın Nisan 2003’te imzalandı. Türkiye uyanıp da Annan Planı üzerinde ciddi çalışmaya başladığında iş işten geçmişti.