Ümit Kurt

Araçsal değil zihinsel modernleşme

Türkiye’nin AB’ye üyelik süreci devlet ile toplum arasında, gerilimden uzak ve daha demokratik bir ilişki düzleminin gelişmesi bağlamında; “ikinci bir modernleşme projesi” olarak tasavvur edilebilir. Ancak, bu noktada, asal öneme haiz nokta, AB’nin bir modernleşme projesi olarak, var olan rejimin parametrelerini doğrudan ve radikal bir biçimde değiştiren; araçsal olmaktan ziyade, zihinsel modernleşmeyi kurumsal (biçimsel/formel) modernleşme algısına öncülleyip öncüllemediğidir.

Toplumu ortak iyiye ulaştırmak

Devlet-toplum arasındaki tarihsel karşı karşıya gelmelerin, aktif ve potansiyel gerilimlerin toplumun serencamında dönüşebilmesi adına yapılması mümkün bir diğer toplumsal açılım köklü bir geçmişe sahip, topluma yabancı ve otoriter bir reformcu karaktere sahip olan bürokrasi üzerinde halka açık denetim mekanizmalarının kurulmasıdır.

Türkiye’de Devlet-(Sivil) toplum arasındaki ilişki: Gerilimin toplumsal planda dönüşebilme kapasitesi

Devlet ile toplum arasındaki çoğulculuk ve farklılıkların özgür ve özerk bir biçimde geniş çaplı bir uzlaşma oluşturulması ve demokrasinin pekiştirilmesi hem toplumun hem de devletin yeniden yapılandırılmasına gönderme yapar.

Türkiye’nin demokrasi sınavından bir epizot

Bazıları tarafından bu olay “Türk tarihinin en büyük kansız devrimi” olarak addedilse bile peşi sıra gelen askeri müdahaleler ve demokrasi anlayışı ile hiç de uyuşmayan uygulamalarla Türkiye’nin gelişme ve ilerleme yolunda hala birçok engel ile karşı karşıya olduğu anlaşılmıştır.

Toplum değil parti ağırlıklı siyasal yapı

Türk siyasal yapısı Osmanlı toplumsal anlayışından benzer öğeler devr almıştır. Görünürde Türkiye Cumhuriyeti siyasal olarak Osmanlı İmparatorluğuna tam bir tepki olarak gözükse de, İmparatorluktan Cumhuriyet’e geçişte bir devamlılıktan da söz etmek yanlış olmaz.

Organik toplum fikri

Modernleşme süreci içerisinde toplumun geleneksel olanı belli noktalarda terk edip yeni bir takım değerlerle tanışmasının siyasal yapıdaki değişikliklerle paralel gittiği gözlemlenebilir. Toplumlar siyasal anlamda iki değişken ile sınıflandırılabilir. Bunlardan ilki “denetim”, diğeri “fikir birliği” (consensus) dir.

Bir süreklilik ve bir kopuş: Cumhuriyet Dönemi

Kemalizm bir nevi topluma bakış ve toplumu çözümleme yöntemidir. Bu bağlamda Kemalizm’de, topluma genel bir bakışı öncülleştiren ve makro değerlendirmelerle günlük yaşamın dinamiklerine yönelmeyi amaç edinen bir projenin izlerini sürmek mümkündür.

Aşkın devlet geleneği

Siyasal kültür açısından devletin kutsallaştırılmasının en önemli sonuçlarından biri, soyut devletin ete kemiğe büründüğü yönetici kadrolar şahsında ortaya çıkan seçkinciliğin yükselişidir. Ergun Özbudun’un isabetli gösterdiği gibi “Osmanlı siyasal sisteminde devlet, toplumun üzerinde, ondan bağımsız, her şeye kadir, adeta Tanrılaştırılmıştır yüce varlık olarak algılanmıştır.

Osmanlı Mirası: Sosyo-ekonomik düzen

Kültür dünyasındaki bölünme iktidar alanına merkez-çevre bölünmesi olarak yansıyacaktır. Bilindiği üzere Osmanlı toplumsal-siyasal yapısı katı bir yöneten yönetilen ayrımına ve bu ayrımın oturduğu hassas dengeye dayanıyordu. Bir yanda siyasal merkezi oluş turan ve devlet görevlileriyle ataerkil bir iliş ki içinde olan baş at bir Sultan ve onun asker-sivil bürokratları, diğer yanda reaya bu eşitsiz ilişkinin taraflarıydı.

Türkiye’de devlet-toplum ilişkisi

Hem Osmanlı’daki toplumsal ve siyasal düzeninde devlet-toplum ilişkilerinin morfolojisine hem de bu tarihsel birikimin tevarüs ettiği Cumhuriyet dönemindeki toplumsal ve siyasal dinamikleri anlamak açısından Şerif Mardin’in Türk Siyasetini muhakeme etmek adına ortaya koyduğu “Merkez-Çevre” diyalektiği önemlidir.

Hafıza saplantısı

Görüşmeler sırasında diziye tartışmalı olarak en sert eleştiriyi getiren bir kişi uzun bir konuşmanın sonunda şöyle demiştir: “Tamam, o dönemin aydınları olarak bizler, o zamanlarda geçen olayları genç nesillere taşıma sorumluluğumuzu yerine getirmedik. Biz başarısızlığa uğradık. Bu yüzden eğer şimdi Hatırla Sevgili’nin bizi temsil etme şeklini bu kadar çok eleştiriyorsak, sorumluluğu üzerimize almalı ve bunu daha iyi, daha eleştirel ve alternatif bir şey ortaya koymak için elimize geçen bir fırsat olarak görmeliyiz.”

İçimizdeki geçmiş

Görüştüğümüz o günleri yaşamış olan bazı kişiler, Hatırla Sevgili’nin muhtemelen medyanın gücü sayesinde bir çeşit rahatlama sağladığını düşünmektedir. Bugüne kadar az sayıda insan arasında tartışılan bu konu artık kamuya ait bir bilgi haline gelmiştir.

Tarihi olayın temsili ve popülerleştirilmesi

Şimdiye kadar – tabii eğer tartışıldıysa – yalnızca bazı dar çevreler tarafından gündeme getirilmiş olaylar artık yaygın bir şekilde kabul görmektedir. Ancak bu olaylar “tanık” olanlar bu türden bir temsilin anılarına saygısızlık olduğunu iddia ederek diziyi suçlamaktadır. Landsberg, bu görüşe karşı çıkarak söz konusu sahnelerin ele alınan zaman dilimine dair kişisel anılara sahip izleyicilerin “gerçek” belleğini harekete geçirdiğini ve anıları geri getirdiğini savunmaktadır.

Popüler medya ve tarih

Toplin, tarihçinin ürünün özneye derin bir ilgi; halk, kültür ve dönem için bir duygu ve geçmişi sorumlu bir şekilde temsil etmek için bağlılığı yansıtmasını umut ettiğinin altını çizmektedir. Filmlerin böylesi bir titizliği ne dereceye kadar ortaya koyduğu ise tartışmaya açıktır.

Hatırla Sevgili ve tarafsızlık

Elbette ki, bir fraksiyona gösterilen bu açık ilgi yapımcılar, senaristler ve danışmanların kişisel geçmişleri ve eğilimleri ile yakından ilişkilidir. Sıklıkla ifade edilen bu endişeyi anlamak mümkündür ancak sorulması gereken asıl soru şudur: Bir televizyon dizisi çekerken öznel olmamak ya da tek bir bakış açısını benimsememek mümkün müdür?

Hatırla Sevgili ve Türkiye’nin Ortak Belleği

Eğer bazı gerçekleri görmezden gelirseniz, dönemin önceden de sık sık duymuş olduğumuz ‘resmi söylemleri’ onaylayan bir portresini yaratmaktan öteye gidemezsiniz.” Elbette ki, burada Robert Toplin’in sorusunu anımsamaktayız: “Filmleri kapsamlı olmaları standardına göre değerlendirmek mantıklı mıdır?”

Protez anılar ve hızla tüketilen hatıralar

Tarihçiler, film yapımcıları tarafından sinemanın değerlendirilmesi konusunda uygun kıstasları kullanmamakla eleştirilmektedir. Tarihçiler/akademisyenler ise bir filmin “öznenin tam, dengeli ve ayrıntılı bir yorumunu” kapsamlı bir şekilde ortaya koymak zorunda olduğunu iddia etmektedir.

Hafıza saplantısı ve patlamaları

Günümüzde mevcut olan çeşitli medya kanallarıyla geçmişten imge ve anlatı bombardımanına tutulan biz, tarihsel bilincimizi kaybetmekte miyiz? Hafızadaki patlama diye sormaktadır Huyssen, “kaçınılmaz olarak unutma patlaması eşliğinde” mi gerçekleşmektedir?

Popüler medyanın hatırlama ve tarihi yeniden kurmadaki rolü

Popüler televizyon dizileri geçmiş hakkında yeni hikâyeler anlatmak ve belli hatıraları daha ulaşılabilir kılmak için bir araç olabilir mi, yoksa geçmişi “yanlış yorumlama” ve siyasi olanı popüler hale getirme tehlikesi mi oluşturmaktadır?

Geçmiş ölmedi; henüz geçmedi bile”: Hatırla Sevgili ve Türkiye’nin ortak belleği

Kitle iletişim araçlarının ortak belleği şekillendirme ve tarihi yeniden kurmadaki rolü yaygın olarak işlenmiş bir konudur. Kitle iletişim araçlarının geçmişi temsiline yönelik itirazlar; Adorno’nun kitlesel iletişimin metalaştırdığı ve metalaşmanın da unutmak anlamına geldiğini iddia ettiği “kültür endüstrisi” argümanından, akademisyenlerin kesinlik ve tarihi gerçeği anlatma endişelerine kadar yayılmaktadır.

Sonuç yerine: Aydınlanma’nın felsefi ethosu

Michel Foucault, sıklıkla kendisini Aydınlanma karşıtı gibi değerlendirenlerin tersine Kant’daki Aydınlanma fikrinin esas itibariyle katı Aydınlanma veya Maksimum Aydınlanma diyebileceğimiz belirli bir kesinlik ve kendinden emin olma arayışına tekabül eden Aydınlanma tasavvurundan ziyade; sorgulama ve kendiliğimize (öznelliğimize) ilişkin sınırları sürekli eleştiriye tabi tutmak olarak anlamını bulduğunu söyler.

Aydınlanma’nın iç dinamikleri ve Türkiye projeksiyonu

Aydınlanma değerlerinden koparsanız, “akıl ilkesinden, bilimsel doğrudan, hatta tüm evrensellik iddialarından koparsanız şantajı pek inandırıcı ve ikna edici olmamakla beraber; açık bir iktidar ilişkisi” barındırır.

Modernlik ve aydınlanma

Katı/maksimalist aydınlanma tasavvuru bireyi ve onun özgür aklını kendi attığı kuytulardan çıkarmak, onu yattığı çocukluk uykusundan uyandırıp olgunlaştırarak başkasının vesayetinden kurtarıp reşit hale getirirken; aslında bir biçimde onu başka bir aklın vesayetine ram eder. Bu akıl son derece rasyonel ve evrensel olabilir ancak onun üst normlarına, değerlerine ve sunduğu ‘gerçeğe’ tabi olmayan bir gelecek tasarımını ve bunun imkânının sorgulanmasını aydınlanmacı ve modern olmayan bir savunu olarak mülahaza eder.

Maksimum ve minimum aydınlanma

Aydınlanma bir taraftan modernlikle ortaya çıkmış bazı unsurları temel göstergeler ve yönergeler olarak doğrulamak, hatta yüceltmek isterken, diğer farklı modern unsurların tasfiyesini öngörmüştür. Örneğin, modern özne tasarımının olanaklı kıldığı doğanın ve toplumsal olguların nesnel bilgisine ulaşabilme yetisini yüceltirken, yine modernliğin olanaklı kıldığı öznelcilik, çoğulluk, keyfilik ve usdışlık küçümsenmiştir.

Aslolan Aydınlanma: Sapere Aude

İnsanlığın kendini düşürdüğü bu esaretten ve bağımlılıktan kurtulması için “ne yapmalıyız?” sorusunu sormalı ve bunun cevabını pratik aklımızın deneyimler dünyasından bağımsız olduğu yerde aramalıdır. Böyle bir çaba mücadele etmek ve eyleme geçmek gerekiyor.

Bizi eşit kılan ilk önce özgürlüğümüzdür

Bireyin tüm dünya tarihi boyunca gerçekleştirebileceği en büyük devrim kendi zihninde özgür olduğunun farkına varması ve bu farkındalığı hem bedenen hem de ruhen özümsemesidir. Yani insanın kendi düşünceleriyle, kendi tasarımlarıyla ve eyleyişleriyle vücuda getirdiği kendi devrimidir özgürlük.

Kant ve aydınlanma

Bireyin kendi tarihine ve yaşamına yön verecek olan “kılavuz güdüsü” (guiding thread), bireyin bizatihi kendi ahlâkî ve özgür eylemleridir. Özgürlüğün ve ahlâkî eylemlerimizin yarattığı bu ortam, bize hem ilerlemenin hem de barış tasarımlarının bulgularını verir.

Özgürlük ve aydınlanma

Özgürlüğün ne olduğuna dair gerek büyük tarih felsefelerince gerekse önemli düşünürler tarafından yapılan tüm ontolojik tanımlamaların temel ekseninde modernitenin en temel ayaklarından olan “Aydınlanma” ve onun vazettiği parametreler yatar.

Devrimler ve Tarihin tekerleği

Fikir olarak bir şekilde Kemalist devrimi tehlikeye sokan bir karşı devrimi önlemek veya durdurmak veya Kemalist Cumhuriyet devrimini/rejimini canlandırmak şeklinde gerekçelendirilmeye çalışılan bir militarist vesayet veya darbe taraftarlığının ya da darbeciliğin veya 27 mayıs darbesine hayırhah bakmanın bu düşünsel dayanaklarının çöktüğü kanısındayım.

Devrimler ve karşı-devrimler

Leninist Proletya Diktartörlü’ğü teorisinin Robespierre ve Saint Just’de çok güçlü teorik izleri/kökleri mevcuttur. Burada devrimi kurtarmak için olağanüstü yöntemlere ihtiyaç duyulması, Fransız Devrimi’nin akışı içinde Jakobenlerin iktidara gelmesi ve 2-3 yıl boyunca çok yoğun şiddet yöntemlerine dayanarak ayakta kalması şeklini alıyor. Türkiye’nin yakın geçmişinde bu tarihsel durumun Türkiye özelinde Kemalist devrimi ve kazanımlarını korumak gerekçesiyle cereyan ettiğini görüyoruz.