Narin’in camiden evine doğru yürürken en son görüntüsü 15.15’te. Nevzat Bahtiyar’ın kırmızı aracının dere kenarına geliş saati ise 15.40. Yani ne olduysa bu 25 dakikada oldu. Hatta köyden dereye yolu da çıkarırsak 18 dakika. Yakalanınca itirafçı olan Bahtiyar’ın ifadelerindeki diyalogları okumak bile üç dakika sürüyor. Peki nasıl oldu da korkunç bir suçu soğukkanlılıkla anlatan, köyde cinayetle doğrudan ilişkisi olduğu kesin tek kişinin itirafları Jandarma’nın ve medyanın baş referansı oldu?
Şerif Mardin, Bediüzzaman Said Nursi kitabını yazma aşamasında iken aklına takılan bir mevzu sebebiyle, bir gün beni evine davet etti “-Ali bey, Said Nursi’nin Ege’de Isparta ve Barla’da niçin tutulduğunu anlayamıyorum. Burada maddi-sosyal faktör de gözükmüyor; sen bunu nasıl görüyorsun?” diye sordu. Ben, “Hocam, maddi bir faktör aramak zorunda mıyız?” diye sorduğumda “Evet, yoksa bu olayı açıklayamayız” diye cevap verdi. Belli ki daha ilk karşılaşmamızda iki farklı sosyolojiye sahip olduğumuz anlaşılıyordu,
Bu hafta Lübnan’da aynı anda binlerce çağrı cihazı ve telsiz patladı, çocuklar ve sağlık görevlileri de dahil 37 kişi hayatını kaybetti. İsrail sanılanın aksine üstün bir teknolojiyle elektronik cihazları uzaktan patlatmamış, 28 yıllık bir bubi tuzağı taktiğini kullanarak paravan şirketler aracılığıyla Hizbullah’ı kandırmış ve çağrı cihazlarının bataryasına patlayıcı madde yerleştirmişti. İsrail’in uluslararası hukuka aykırı bu saldırısını nasıl yaptığını anlamak için Tayvan’dan Macaristan’a, Norveç’ten Bulgaristan’a gitmek, ilk bakışta olayla alakasız gibi duran tuhaf profillerin izini sürmek gerekiyor.
Rakı içmek muhtemelen Tanpınar’dan önce de bir çeşit işaret sayılıyordu. Hatta belki de elit çevrelerde mutaassıp olmadığını göstermenin bir yoluydu. Rakı içen birini içmeyene göre daha açık görüşlü saymak da bir çeşit taassup… Ancak insan olarak ön yargıyla malül mahluklarız. Böyle bakınca ana muhalefet partisi liderinin bu ayrımı, bu adı konmamış çizgiyi akla getiren açıklaması insanı şaşırtıyor.
Kazan / kazan sadece etik değil, aynı zamanda başarılı ve işe yarayan bir stratejidir. Herkes kazanıyorsa, herkes sonucu benimser ve kararlara sadık kalır. 30 yıl kadar önce, İstanbul’un trafiği her zaman keşmekeş, tam kördüğümdü. Herkes diğerlerinin önüne geçmek için davranırdı ve trafik, kolay kolay çözülemeyecek bir çıkmaza girerdi. Fakat İstanbullular, sanırım bu yaklaşımın herkesin zararına olduğunu fark ettiler; artık çoğu şoför, kazan / kazan formülü olarak fermuarlama yöntemine riayet ediyor: İki şerit tek şeride düşüyorsa, sırayla bir o şeritten, bir bu şeritten ilerliyorlar. Trafikte herkesin hedefine bir an önce ulaşma arzusuna bu tarz bir yaratıcı karşılık, daha barışçıl bir trafiğin yanısıra, daha barışçıl bir zihniyet imkanı da ortaya koyar.