Bir çevre CHP’yi küçümsemeyi alışkanlık haline getirmiş durumda. Uzun yıllardan sonra önemli seçim başarısını kazanması bile bu çevreyi yumuşatmıyor. CHP son yıllarda bu değişim sürecinde birçok baskıyı da göğüsledi. Kemal Kılıçdaroğlu kaç kez ölümden, kaç suikasttan kurtuldu. Risk almayan bazı konforlu kesimlerin bu konuda en keskin dili kullanmaları da işin cabası.
Kaliforniya merkezli Altera aslı yapay zeka şirketinin Project Sid adını verdiği yapay zeka destekli sosyal davranış laboratuvarı deneyinde, binlerce yapay zeka karakteri (agent) tamamen kendi kararlarını verecek şekilde talimatlandırılıp, Minecraft oyununda kendi toplumlarını kurdu. Bu toplumda işler bir ekonomi, inanç sistemi, yardımlaşma, hatta toplumun tüm “bireylerinin” katıldığı bir doğrudan demokrasi, hatta rüşvet vakaları bile var. MIT Üniversitesi’nin eski profesörlerinden Robert Yang’ın başını çektiği girişimin sosyal deneyler için yepyeni bir paradigma sunabileceği iddia ediliyor.
Birkaç göstergede ayrışan dindar olan ve olmayan iki patron, iş tutuş biçimlerinden tüketim ve harcama kalıplarına kadar birçok alanda, hem kendi başına hem de ailece aynı sınıf ayrımı, bilinci, hatta yeri geldiğinde dayanışması ile hareket etmektedir. Dindar bir patronun hayatın içindeki tercihleri dindar bir işçinin tercihlerinden ziyade dindar olmayan bir patronun tercihleriyle örtüşür. Benzer şekilde, dindar bir işçinin asıl kader ortağı, dindar olmayan iş arkadaşıdır. Her hâlükârda, hayatın tek gerçeği olmasa da, sınıf gerçeği sert ve acımasız biçimde apaçık önümüzde...
Kendi çocuklarına değer aktarmak isteyenler, bitmez tükenmez tekrarların, yoğun ve bıktırıcı ‘yükleme’ seanslarının çocuklar üzerinde amaçlananın tam tersi sonuçlar üreteceğini bilmeliler. Türkiye’nin muhafazakâr iktidar tecrübesi bu açıdan ders niteliğinde sonuçlar üretti ama bir patikada fazlaca yol alıp da geri dönüş imkânı tükenince o patikanın doğru patika olduğunu savunmaktan başka çare kalmayabiliyor. Hulusi Akar Eğitim Sistemi, böyle bir çaresizliğin önerisi olarak duruyor karşımızda.
Dostoyevski’nin hem ketum tavrı hem de önümüze koyduğu eşsizi dünyanın derinliği onu anlamamızı zorlaştırır. Onun dünyasının içine girmek kolay değildir; aklın cesaretini kırar ve insanı korkutur. Dostoyevski’yle aramızda sağlıklı bir bağ kurmanın yolu, kendi kökümüzü kazımayı ve kendimizle yüzleşmeyi gerektirir. Bize biraz daha Dostoyevski lazım…