Şehrin önemli bir transfer merkezi olan Kabataş’ta bir düzenleme ihtiyacı vardı. Daha önceki “naif martı projesi’nden ve arkasına yapılmaya çalışılan akıllara ziyan tünel (battı-çıktı) saçmalığından sonra, nihayet “mimari bir fikir”. Kabataş’taki Büyükşehir Belediyesi’nin gerçekleştirdiği projeden söz ediyorum.Parkı binanın üzerine taşırma fikrinden hoşlandım.
Ancak kafamdaki sorular daha da arttı.
Tarih her konuda ve her zaman tekerrür etmese de bazı zamanlar bazı konularda ilginç bir şekilde tekerrür edebiliyor. II. Abdülhamit’in 1908’de 2. Meşrutiyet’in ilanından 6 ay sonra Yıldız Sarayı’nda tüm mebuslara verdiği yemek ve burada yaptığı konuşma ile Erdoğan’ın 14-28 Mayıs’tan sonra muhalefete ve topluma yönelik izlediği ‘yumuşama’ siyaseti arasındaki benzerlikler gibi.
Seçim sonuçları bir ayrımı gerçek haline getiriyor: Ankara’ya karşı taşrayı, valiye karşı belediye başkanını tahkim ediyor. “Yeter Söz Milletin” şiarında karşılığını bulan halka dayanma bu defa yerel yönetimler üzerinden bir karşılık buluyor. Bu ayrım muhalefetin kazanmasının sebebi değildir, aynı zamanda güçlü olmayı sürdürmesinin koşuludur da. Bu sezgi düzeyinde kavranıyor olacak ki seçim zaferinin hemen akabinde Özgür Özel “Devletle millet karşı karşıya gelirse er ya da geç millet kazanır” demekten geri durmadı. Zaferin sebebi şüphesiz doğru teşhis ediliyor, hatırlanmalı ki anlık bir zaferin kalıcı bir duruma dönüşmesi de “devlete karşı milleti” bir şiara çevirebilmek.
“Düzeltme şart!” da… “İcapsız düzeltmecilik” diyebileceğim bir patoloji var. O mevzuya
film eleştirmenliğinin eğri, kırık bir dalı olarak -tabiri caizse- “film düzeltmenliği”yle değinmeye çalışacağım. Nuri Bilge Ceylan filmleri bir bakıma öyle münasebetsizliklerin de yarıştığı geleneksel “eleştiri”, “yağdırma” festivali. Her filminde saklı ya da potansiyel bir “Ben olsaydım mesela” sendromu… Hem de “gölgelerin gücü adına güç bende artık” tavrıyla.
İki modernleşme hareketi. Çeşitli açılardan karşılaştırılabilir. Ben bu yazıda sadece özgün düşünme kabiliyeti açısından ikisini mukayese etmek istiyorum. İkisi de iktidar olmuş. İkisi de yeterince rezil olmayı başarmış ideolojiler. İkisinin de yerine göre faziletleri var. Acaba İslamcılık mı yoksa Kemalizm mi özgün düşünme noktasında daha iyi bir zemin sunuyor?