Deprem sonrası yargılamalara bakıldığında müteahhitler, mühendisler ve mimarlar günah keçisi ilan edilmişler. Oluşan karanlık tablodan en çok siyasiler sorumlu olduğu halde, depremin üzerinden yaklaşık iki yıllık bir süre geçmişken bir iki istisna dışında hiçbir siyasi hakkında iddianame düzenlenerek yargılama faaliyeti yapılmamış. Bu yolla yargı erki aracı tutularak bir çeşit ayrımcılığa da imza atılmış. Birincil sorumluluğu üstlenmeyen devlet kurumlarının ortaya koyduğu bu pratik, depremden etkilenen yurttaşların adalete erişim haklarını ihlal ettiği kadar, oluşturulan negatif örnekle diğer devlet görevlileri açısından cezasızlık ve sorumsuzluğa da davetiye çıkarıyor.
Esenler Erok maçı, galiba Ersun Yanal’ın “artık vakti geldi” dediği maç oldu. Yanıldı mı? Skora bakılırsa fena halde yanılmış görünüyor! Peki hem skor hem realite Ersun Yanal’ın yanıldığını söylüyor mu? Bu soruya evet demek hiç kolay değil. Takım iki kanadı da iyi kullandı. Bunu baz aldığınızda takımın ceza sahası içine ve çeperine yeterince top taşıdığını söylemek mümkün; üstelik bunlar düz dikine paslar değildi. Gayet örgülü, açılı ve seçenekli olarak takım o bölgeye kadar geliyordu. Bilindiği gibi, sonuç almak için rakip ceza sahası içine kadar gelmek, yeterli olmuyor; ayrıca o topu üç direğin içinden de geçirmek gerekiyor.
Kendisi de eski bir tenisçi olan David Foster Wallace’ın Sicim Teorisi: Tenis Üzerine kitabı ince, nüktedan ve düşüncelerle yüklü… Wallace’ın kitabını okuduğunuzda, kaygan çim zeminde oynamayla sürtünmenin arttığı toprak zemin arasındaki büyük farktan, vücuttan kollara doğru ılık ılık akan terin kayganlaştırdığı raketin tutulamaz hale geldiği anlar için geliştirilen özel tekniklerden, açık havadaki rüzgârdan yararlanan sporculardan bu spor için ihtiyaç duyulan zihinsel gücün şaşırtıcı sınırlarına kadar pek çok detayı salt bilgi olarak değil üzerine fazladan düşünülerek ürüne dönüştürülmüş birer düşünce parçası olarak öğreniyorsunuz.
Film Ekimi’nde seyretmek için en başta iki filmi seçtim. Hint yapımı Aydınlık Hayallerimiz Mumbai’de iki genç hemşirenin hikayesini sürerken kentin acımasız ve dur durak bilmez temposunu yansıtıyor. Film Cannes film festivalinde bu sene büyük ödül kazandı. En merakla beklediğim ise İranlı yönetmen Mohammad Rasoulof’un filmi Kutsal İncirin Tohumu. Film, Devrim Mahkemesi’nde hakimliğe atanması Mahsa Amini’nin ölüm protestolarına denk gelen İman’ı izliyor. Çekimleri gizlilik içinde götürülen bu film protestolardan ve gösterilerdeki çatışmalardan gerçek görüntüler içeriyor.
Geçen hafta da değinmeye çalıştığım unvanlar tarihi mesele. İsmin önüne geçtiği için kanunla kaldırılsa bile hayatın “kanun solosu” farklı. Her türlüsü gırla; ikinci unvan saltanatı. Parayı verip düdüğünü çalan da var, başkasının borusunu öttüren de, hatta hikâyesiyle “Bay Düdük” bile. Şaşırıyor, bunalıyor, türkü söylüyorsun: “Ağam kim, paşam kim, gözüm kim, hanım kim /Kim kim kim…”