Eğer kurgu mükemmelleşirse, futbolun o kaotik, insanî ve duygusal yanı kaybolabilir mi? İzleyiciler, doğaçlamanın getirdiği sürpriz anları (örneğin, Ronaldinho’nun topuk pasları veya Messi ve Maradona’nın slalomları) seviyor. Kurgusallık bu anları yok etmese de, onları bir çerçeveye oturtarak daha az “vahşi” hale getirebilir. Belki de gelecekte, atletizm ve kurgu o kadar baskın olacak ki, doğaçlama ancak kurgunun izin verdiği ölçüde, yani ansal bir patlama olarak var olabilecek.
Bugün yaşananlara bakınca inanması kolay değil ama bundan bir yıldan biraz daha az bir zaman öncesine kadar Türkiye’de siyasetin gündemi iktidar ve CHP arasındaki bahar havasıydı. Peki bir yılda buraya nasıl ve neden geldik?
Evet İmamoğlu’na yürütme ve yargı eliyle adeta darbe niteliğinde haksızlık yapılıyor. Üstelik bu haksızlık, ister destekçisi ister muhalifi olsun, herkesin de haklarına yönelmiş tehdit anlamına geliyor. Ve evet barış/çatışma çözümü süreci Türkiye’nin öncelikli ve hayati konusu; desteklemek gerekiyor. Bu anlamıyla da ona yönelecek riskleri bertaraf etmek aynı zamanda bizlerin sorumluluğu demek oluyor.
Nilüfer Göle ile ayrıldığımız nokta temel bir çelişkiye dayanmıyordu, iki farklı varsayım ve iki öngörü söz konusuydu. Bana göre cemaatler ve entelektüeller Siyasal İslam’a lojistik destek sağlasınlar ama devletle ve iktidarla organik ilişkiler içine girmesinler, girecek olurlarsa, İslamcılık henüz oluşma safhasında olduğundan hangi türüne mensup olursa olsun, modern ulus devlet Müslümanların içine kaçacak, bu da onları sekülerleştirecektir. Bu öngörümde ise yanılmadım.
Yaşananlar, yaşatılanlar ayar bozuyor. Ölçünün, emsalin, kıyasın bile “ayıp kaçacağı” günler yaşıyoruz. Kuyumcu terazisiyle ölçülecek, hatta kantara gelecek meseleler değil. “Zıvanadan, şîrâzesinden çıkmak”, “cılkını çıkarmak” babından deyimler de kifayetsiz. Sadece düşüncelerini, aklını değil “duygudurum”unu zorluyor. Hani psikolojideki “hissediş tonu”nu… Bütün bunlar “duygusal ifade özgürlüğü”nü de öne çıkarıyor.