TGSS 2024’ün toplumsal haritası bize Türkiye’nin sürekli değişen ama özünde bazı temel çelişkileri birlikte taşıyan yapısını hatırlatıyor. Toplumumuz ne tamamen içine kapanık bir muhafazakârlığa teslim oluyor ne de tam manasıyla evrensel seküler değerlerle barışık. Bir ayağımız gelenekte, bir ayağımız dünyada. Gençler bayrağına bağlı ama çıkış vizesini de cüzdanda taşıyor.
“Silah bırakmak, birilerinin zannettiği gibi ellerini başının üzerine koyup teslim olmak demek değil. Bu kalıcı ve gönüllü biçimde silahtan vazgeçmek demek. PKK içindeki Türkiye vatandaşı militanlar silah bırakıp, Meclis’te yapılacak hukuki düzenlemelerle Türkiye’ye dönebilirler. Peki YPG, yarın silah bıraksa onlar için hukuki güvenceyi kim verecek? Yani Kandil’dekilerle Suriye’dekiler aynı anda silah bırakacak diye bir reel durum yok ortada.”
Fransa’da Baba Le Pen’ın ölümünden sonra Paris’te meydanda kutlama yapan solculara Bernard Henry Levy, “barbarlar” demişti. Türkiye’deki barbarlar ise barış sürecinin mimarlarından Türkiye’nin en milliyetçi partisinin liderinin sıhhatinin bozulmasından medet umdular. “Barbar Türk” tabiri bugünlerde PKK’yi Türkiye’de yumuşak başlılık ve tavizkar olmakla suçlayan bir kısım tembel ama fazla talepkar Kürt milliyetçisinin hala tedavülde diri tutmaya çalıştığı bir eski bir hatıra. Evet bir de Kürt milliyetçileri var. Türkiye’de onlar da 26 yıldır bir ada hapishanesinin hücresinde bir kaç metre karede yaşayan son Kürt isyanının liderinin direnememesinden müştekiler.
Öcalan, örgütle devlet arasında sıkışmış Kürdleri, devletle vicdanları arasında yalpalayan Türkleri, nefretlerini örgütün silahlı varlığından sürdüren solcu beyaz Türkleri, politik öngörüleri ve entelektüel sorumlulukları, en hafifiyle onun düzeyine bir türlü varamayacak yaptıkları çağrıda silahlara veda türküsü çalamayan “barış” akademisyenlerini ama en çok gidecek yeri kalmayan PKK’yı, o çok sevdiği kavramla söylersek, “özgürleştirdi.” Öcalan; Özal, Erdoğan ve Kılıçdaroğlu’nun Türkiye’nin demokratizasyonun için yaptıklara katkılara büyük bir halka ekledi. Silahlı bir örgütün lideri, etnik bir topluluğun temsilcisi olarak değil, “yurttaş” olarak üstelik.
Bu senenin belki de en sevindirici kararı, İsrail ordusunun evlerini yıkma girişiminden korunmak için mücadele eden Filistinlilerin hikayesini anlatan No Other Land belgeselinin en iyi belgesel ödülüne layık görülmesi oldu. Belgeselin en dikkat çekici tarafı İsrail-Filistin ortaklığında yapılmış olması. Filistinli yapımcı Basel Adra ödül konuşmasında Filistinlilerin etnik temizliğine bir son verilmesini talep ederken, bu ortak yapımın seslerinin daha güçlü çıkmasına fırsat verdiğini söyledi.