Tasarımcıların ve moda evlerinin koleksiyonlarını sundukları etkinlikler bütününe moda haftası deniyor. Dört büyükler denen New York, Londra, Milano ve Paris moda haftaları bu sezon da birbiri ardı sıra defilelere ve etkinliklere ev sahipliği yapmaya başladı. Tasarımın zirvesi olması beklenen bu etkinliklerde son yıllarda sıklıkla sanatın ve mananın sansasyona kurban edilişini seyrediyoruz. Ve bunun dozu ve yoğunluğu da giderek artıyor. Başarıya giden yolun birincil koşulunun dikkat çekmek olduğu bir çağdayız ve kreativiteyle çığırtkanlık arasında pek de ince olmayan bir çizgi var. Bunun farkında olsak da her gün o kuyuya yeni kurbanlar vermekten kurtulamıyoruz. Birçok köklü moda evi tanınmayacak hale geldi. Çizginin berisinde kalıp sansasyona bulaşmamakta ısrar edenler de maalesef sıkça ziyan olmuşluk ve gündem dışı kalma hissiyle cebelleşmek zorunda kalıyorlar.
Boğaziçi Medeniyetinde eskiler, Teşrîn (Ekim-Kasım) eteklerini salıverdiğinden beri kulağımız kirişte derlerdi... Teşrîn’de Halûk hocanın yaveri olarak görevim Üsküdar’da, Anadolu Hisarı’nda, Kuzguncuk’ta ve Çengelköyü’nde balıkçı kahvelerine dadanıp kıdemli balıkçı tekneleri ile konuşup kritik bir istihbari faaliyet yürütmekti. Büyük bir iştiyakla cevabını aramaya koyulduğum sorular şunlardı: Lüfer Boğaz’a indi mi ve en son nerde görüldü? Lüferin tav yapacağı ve yağlanacağı yönündeki istihbarat, bütün dikkatleri Sarayburnu açıklarına vermemizi salık verdi. Çengelköylü kıdemli balıkçı ağası, Boğaziçi’nde her yıl 29 Ekim’de lüfer bayramı da olur diyordu ve biz her yıl 29 Ekim’de açılırız Boğazın derinliklerine. Geçen yıl hariç çünkü pek lüfer bulamadık.
Kurana tekme atan lise öğrencisi, Atatürk’ün fotoğrafına çirkin bir harekette bulunan lise öğrencisi, camide alkol alan lise öğrencisi… Üç çocuk, üç ergen, üç saçma eylem… sadece üç. Bunlar istisna, bunlar kaide değil, görmezden gelinebilecek kadar dahi az örnekler. Ancak sanki dünya savaşı kopmuş gibi tüm ülke ayağa kalkıyor. Üç hormon mağduru ergene karşı, koskoca siyasetçiler, yaşını başını almış sanatçılar, hukuk, gazeteciler ayağa kalkıyor. Ama nasıl kalkıyor? Birkaç istisna hariç, üç ergene karşı üç binler, üç milyonlar, tutuklansın, sınır dışı edilsin, linç edilsin eşliğinde ayağa kalkıyorlar. Beddualar, hakaretler, küfürler havada uçuşuyor. Şimdi, bu üç ergen hatalı, yanlış, kusurlu peki onları tutuklamaktan, sınır dışı etmeye, küfürlere boğmaya kadar ileri giden yetişkinler ne, çok mu masumlar?
Türkiye 20. Yüzyılın başındaki ruh haline döndü… Ama şimdi karşısında bölünme, parçalanma tehdidi yoktu. Aksine büyüme, gelişme, yükselme, ele geçirme, boyun eğdirme hayalini taşıyacak kadar özgüvenliydik. ‘Türkiye Yüzyılı’nın ifade ettiği üzere… Küresel boyutta yaşanan ‘modernliğin yıpranması’ süreci olmadan Yeni İttihatçılığın devlet için gerçekçi bir alternatif oluşturması zordu. Ama buna bir başka güçlü destek daha geldi…
Kanada Başbakanı Justin Trudeau, iki maskeli adam tarafından işlenen Kanadalı Sih aktivist Hardeep Singh cinayetinin arkasında Hindistan devletinin olabileceğini açıkladı. Açıklamanın ardından Kanada, istihbarattan sorumlu Hint bir diplomatı sınır dışı etti. Hardeep Singh, son 45 günde dünyanın farklı ülkelerinde faili meçhul cinayete kurban giden üçüncü Sih aktivistti. Hindistan iddiaları reddetti, Kanadalı bir diplomatı sınır dışı etti, vize işlemlerini durdurdu. Binlerce kilometre uzaklıktaki iki ülkeyi karşı karşıya getiren Sih meselesinin uluslararası krize dönüşmesinin arkasında Hint ordusunun 1984 yılında bir Sih tapınağını basıp kan dökmesi, bir başbakanın suikasta uğraması, Sihlerin topluca katledilmesi, Kanada’dan kalkan bir uçağın bombalanması var.