Ankara’yı sevmek, o aidiyeti yaşayan insanın kendisini de sevmesiyle büyüyen bir sır sanki. Temelinde sadakat, bir tür güven filan var. Sürprizsiz… Yani kedi sevgisi gibi değil, daha çok köpek sevgisi gibi. İstanbul’un kedilerini ise edebiyatı, hikâyesi, hayatla, denizle, balıkla iç içe efsaneleriyle de tanıyoruz. İstanbul’la sadece “rakı-balık” özdeş değil, “kedi-balık” da var. Başkentin ise Ankara Kedisi… Hayatım boyunca şahsen tanışamadım.
75 yaşındaki Enver İbrahim bu hafta yemin etti ve Malezya’nın 10. başbakanı olarak göreve başladı. Enver İbrahim’in başbakanlığa uzanan macerası engellerle doluydu; 1998 yılında bir komplo ile başbakan yardımcılığından uzaklaştırılmış, eşcinsel ilişki yaşadığı iddiasıyla hapse atılmış, karakolda dövülmüş, 5 yıl hapis yattıktan sonra adı BM Genel Sekreterliği için geçmiş, siyasete geri dönünce yine aynı iddialarla hapse atılmış, eşinin kurduğu partinin seçim kazanmasıyla özgürlüğüne kavuşmuştu. Enver İbrahim’in 24 yıllık mücadelesi sığındığı Türkiye Konsolosluğu’ndan karakollara, cezaevlerine uzanan çetrefilli fakat nihayetinde hukuksuzluğun, siyasi güdülerle hareket eden mahkemelerin kaybettiği umut dolu bir hikâye.
İslamcı dünya tasavvuru, hayalleri Arap Baharı’yla büyük bir heyecan yaşadı. Ama günün sonunda yaşanan yenilgiler ve yıkım büyük bir hayal kırıklığına neden oldu. Ümmetin aslında bizi o kadar sevmediği ve beklemediği ortaya çıktı, emperyal hayaller suya düştü, Mısır darbesi ve Suriye’de İslam dünyasının bölünmesi, bazı Arap ülkelerinde artan Türkiye karşıtlığı, ümmet diye uzaktan sevilen Müslüman kardeşlerle Suriyeli mülteciler olarak birlikte yaşamak zorunda kalmanın yarattığı travmalar ve tabii 15 Temmuz darbe girişimi, darbeden sonra cemaat ve tarikat kavramlarının tehlikeli hale gelmesi ile moraller bozuldu, hayal kırıklıklarıyla içe doğru bir kapanma yaşandı.
Savaşçı bir iklimin etkisini kırmak için işlevsel ve kuvvetli müzakere yapılarına, sabırlı bir tavra ve sert rüzgârlara direnç gösterebilecek kararlı ve güçlü bir siyasi liderliğe ihtiyaç duyulur. Barışın inşası uzun soluklu bir mücadeledir; o nedenle barışı dillendirmekten, aramaktan ve yeniden denemekten imtina etmemek gerekir.
“Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtan bir hal alır.” Bu da Atatürk. Kendisi (ve kadrosu), “tarihi yapan”lar. Öyle görüyor. “Tarihi yazacak” olanlardan, Kemalizm ve yeni ulus-devlet adına sadakat istiyor. İronik olan, bir de bunu “değişmeyen hakikat” uğruna talep etmesi. Dönemin tarihçileri, akademikleri, üniversiteleri büyük ölçüde uyuyor bu talimata. Ve tabii, tarihçinin hakikatı arama özgürlüğü diye bir şey kalmıyor.