Gelecek tartışmalarının ötesinde bir rejim tartışmasıyla yüz yüzeyiz. İktidar, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adını verdiği sistemin başarılı olduğunu ve kalıcı olması gerektiğini söylüyor. Muhalefet ise 70 yıla yakın süredir zaman zaman kesintilere uğramış olsa da Türkiye halkının alışkın olduğu Parlamenter Sistemi savunuyor; tek adam yönetiminin, demokratikleşmeye zarar verdiğini düşünüyor.
“İktidar dili”nin siyaset rüzgârı nereden eserse oraya öfkeyle meyleden dünyası, bariz yalanların, sıradanlaşan iftiraların da kapısını ardına kadar açıyor. Öyle ki psikolojideki “Yansıtma Mekanizması” o çevreye yönelik bir ithamda otomatik işleyen laf yetiştirme otomatı: “Bunlar hırsız, bunlar esrar, eroin kaçakçısı…” Üstüne bir de “film dünyası” var bu hengâmede.
Muhafazakârlıktan milliyetçiliğe, liberallikten devletçiliğe, merkez sağdan radikal sağa tüm bileşenlerin bir panayırıydı AK Parti. İçeride kalanlara çok eğlence ve bolca güç sarhoşluğu vaat ediliyordu. Eğlencenin tadı kaçtı diye düşünenler, panayırı terk etti. Yenileri geldi. Panayıra yeni katılanlar, daha fazla eğlence ve güç istedi. İslâmcılar, bu panayırı kutsal ayinmiş gibi göstermekle, bunu yapamazlarsa bile ona ahlâkî bir paravan çekmekle mükellef kılınmış kişiler oldular. Külfetin karşılığı, o dillere pelesenk olan ve geri alınacağı korkusuyla Müslüman’a vurulan sopaya dönüşen kazanımlardır. 14 Mayıs’ın İslâmcılar için imtihanı şu olacak: Din-i İslâm’ın adalet ve hakkaniyet ilkelerine sahip çıkıp hak ve hukuk mücadelesine mi girişecekler yoksa İslam’dan yorgun düşüp kazanım adı altında “bervech-i arpalık tevcih olunan” kişiler olarak mı yaşayacaklar? Türkiye’de, şimdi geçerli ve nesnel koşullar itibariyle, Kılıçdaroğlu’nun siyasal kaderi ile mütedeyyin kesimlerin dinsel kaderi ortaktır.
Zweig, çağının geleneği altında ezildiği için Dickens’ı “modern bir Gulliver” olarak resmeder. Dev adam Gulliver, uyurken cüceler tarafından binlerce küçük iple yere bağlanır. Teslimiyeti kabul etmeden ve ülkenin kanunlarına karşı gelmeyeceğine yemin etmeden serbest bırakılmaz. İngiliz geleneği de, Liliputların Gulliver’e yaptığı gibi, Dickens’ı henüz adı sanı bilinmezken sıkıca sarıp boyun eğdirir.
Yani liberal olmak sol siyasette çok kötü bir şey olmaktır. Bir kesim köşe yazarı, demokrat aydınları aşağılamak amacıyla onlara “liboş” demeyi sever. Her liberalin büyük sermaye yanlısı olduğu yönünde de yanlış bir klişe yaygın olarak dolaşımdadır. Sözlüğe baktığımız zaman liberalizmin bireysel özgürlük üzerine kurulan bir siyasi felsefe ve dünya görüşü diye tarif edildiğini görürüz.