Çocukluğumun huzurlu mahallesinde sokaktaki kavgaların bile “nezih, âdil müsabakalar” olarak anıldığı dönemler. Ev içi şiddet de o muhitte -öyle anlatılanı/nostaljisiyle- “anne terliği”, kırk yılda bir baba tokadı (o sıradan deyimiyle “iki tokat”) sanki. Kadına fiziksel şiddet de bizim mahallede sokağa dökülen bir manzara değil pek. Mahallede hissettiğimiz filtresi kalın, böyle bir “huzur”.
1966 yılında Washington’daki Dışişleri Bakanlığı’yla aldığı gizli bir ihbarı paylaşan ABD Büyükelçisi Parker T. Hart’ın telgrafının başlığı; “Atom silahları geliştirmeye Türklerin ilgisi”ydi. Telgrafta atom silahını geliştireceği iddia edilen ODTÜ’lü fizikçinin adı abisiyle karıştırılmıştı: Erdal İnönü.
ABD, gişe rekorları kıran bir filmle solcu olduğu için hukuksuzluklara uğrayan Oppenheimer ile helalleşti. Fakat Oppenheimer, 1954’te küçük havasız bir odada solcu olduğu için sorgulandığı sırada Walt Disney’in başlattığı bir cadı avı nedeniyle onlarca Hollywood aktörü “komünist” olmakla suçlanmış, işten atılmış, hatta Hollywood Onlusu “Komünist misin?” sorusuna ifade hürriyeti nedeniyle yanıt vermediği için hapse atılmıştı. Ne Disney ne de Hollywood, kendi Oppenheimer’larıyla yüzleşti.
İmamoğlu, ancak toplumsal kabul oranını artırdığı ölçüde, partisinin mensuplarının tercihini kendi yönüne çevirebilir. Halkta ne kadar destek görür ve siyasetini ne kadar halka mal ederse, tabanı da o kadar kendi yanına çekebilir. Ama İmamoğlu’nun bu vaziyetin gereğini yerine getiren bir siyaset izlediği söylenemez. En azından bugüne kadar!
Yerelin merkeziyetçi siyasetle askıya alınmış olması bir taraftan önemli bir çelişki oluştururken diğer taraftan da AB süreci bu politikaları yenilemek, neoliberal koşullara karşı dirençli hale getirmek için eşi benzeri olmayan bir fırsat oluşturuyordu.
Bu yerel kamusal deneyimlerin kayıtlardan silinmiş olmaları üzerinde düşünmek ve yaşam alanlarıyla ilgili gelişmelere bakmak bu fırsatın nasıl kaybedildiğini anlamak için bir fikir verebilir.