Sosyalist devrimler çağı kapandı. Onunla birlikte, Batı-dışı ülkelerde bağımsızlık veya millî kurtuluş mücadelelerinden komünist veya sosyalistimsi rejimlere geçiş çağı da kapandı. İnsanlığın eşitlik ve sosyal adalet özlemi bitmeyebilir. Ama artık bu özlemin, şiddete dayalı bir işçi sınıfı devrimi projesi tasavvuruna bürünmesi, bu şekliyle parti programlarına yazılması, bu projeyi gerçekleştirmeye adanmış, başından beri ruhen ve hattâ fiilen illegal partilerin kurulmasını temellendirmesi çok zor. İroniktir; tarih artık Marksist öngörünün tersine akıyor. Yeni yeni komünist rejimler kurulmayacak. Aksine, mevcutlar (ki bir avuç) ya azalacak, ya donmuş tek parti diktatörlükleri olarak varlığını koruyacak.
İrfan Fidan olayı yıllarca konuşmayı hak eden bir fenomen olarak ortada duruyor. Bu fenomen kişilik, hülle usulü İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığından alınıp iki ay için Yargıtay’da çalışıyor gösterildikten sonra oradan AYM’ye atanıyor ve bugün yapılacak seçimle AYM’ye Başkan olması planlanıyor.
2300 maddeyi okuyunca eski Türkiye’nin geri döneceğini zannetmek epey aşırı yoruma giriyor. Hadi bunu Sabah başyazarının yapması için metni okumasına gerek yok. Ama Halk TV’nin moderatörlerinden birine de öyle gelmiş. Geçmişte ve bugün bir sürü kötülüğün gerekçesi olmuş “Devletin itibarı” nın yeniden inşa edilmesiyle umutlanan muhalif olmak Türkiye’ye özgü bir anomali olmalı. Eski Türkiye’yi devletin itibarlı olduğu, kurumlarının şahane çalıştığını sanmak için afaziyle malul olmak gerek. Demek ki metinde kim ne ararsa onu bulmuş. Mutabakat metinleri biraz böyle olur.
Kıbrıslı Türklerin önemli çoğunluğu, üzerlerinde Türkiye’nin vesayeti olduğunu düşünüyor. “İtfaiyemiz bile Türk Silahlı Kuvvetlerine bağlı” diyerek kendi kaderlerine kendileri karar vermek istiyor. Rumlarla bir anlaşma zemini yakalayarak Avrupa Birliği vatandaşı olmak istiyorlar. 6’lı masanın programının açıklanmasının ardından Kıbrıs’ta eleştiriler gelmeye başladı.
Devrim, aynen bir zamanlar Mao’nun överek belirttiği gibi, son derece otoriter bir olay. “Bir sosyal sınıfın başka bir sosyal sınıfı devirdiği” bir şiddet eylemi. Marksizm bu şekilde teorileştiriyor. Parti, 19. yüzyılda parti olarak başlamışsa da, 20. yüzyılda bu şekilde askerîleşiyor; “savaş örgütü” oluyor. Buna da bir “baş komutan” gerekiyor. Böylece daha ilk andan itibaren, iktidarın aşırı merkezîleşmesi, son derece hiyerarşileşmesi ve bir “kişi kültü”ne dönüşmesinin zemini oluşuyor. Komünist rejimler bir kere kuruldu mu, daha sonra liderin neredeyse sınırsız otoritesini biraz olsun törpülemek çok zor oluyor.