Ateşin tam yanı başındayız ve bu ateşi körükleyen güçler, dünyayı yöneten güçlere ve artık bir zayıf halkaya dönüşmekte olan İran gibi devasa bir devlete yöneliyor.
Böylesine yaralı bir devlet her an her şeyi göze alabilir çünkü yönetme kabiliyetine ağır darbeler vuruldu; yönetim zincirleri arasındaki hiyerarşik bağ koparıldı. Bu durum, öngörülemez gelişmelere gebe olabilir. Siz, fırtınadan kasırgaya dönüşme ihtimali olan bu süreci sadece PKK’ye silah bıraktırmakla göğüsleyebileceğinizi düşünüyorsanız, fena halde yanılıyorsunuz. Halâ içinde ne olduğunu bilmediğimiz “iç cepheyi tahkim” sözünün hızlı bir şekilde eskidiğini bilmek lazım.
Hem İslam dünyası ile Batı arasındaki ilişkiler bakımından hem de süper güçler açısından bir eşiğe gelmiş bulunuyoruz. ABD, geçmişte, bir süper güç olan Rusya’yla denge içinde küresel hâkimiyetini sürdürüyordu. Bu kez sahne esas olarak ABD’nin - hatta doğrudan doğruya Donald Trump’ın - elinde.
Bundan sonra ne olabileceğini kimse bilmiyor. Hamaney’in önünde iki seçenek var. Körfez ülkelerinin hepsine yayılmış ve sayıları 40.000’i bulan ABD askerlerinin konuşlandıkları üslere saldırmak, Hürmüz boğazını kapatmak, yukarıda bahsettiğim şekilde bir “kirli” nükleer silahı İsrail açıklarında patlatmak gibi kıyamet senaryolarına yol açacak şeyler yapabilir. Bu başta Körfez ülkeleri olmak üzere tüm dünyayı karşısına almak demektir. Diğer seçenek masaya oturup yenilgiyi kabul ederek nükleer uranyum zenginleştirme faaliyetinden vazgeçmektir. Hamaney’in bir yeraltı sığınakta dünyadan ve hatta yakın çevresinden kopuk bir şekilde yaşadığı söyleniyor. Bu şartlarda yaşayan o yaştaki bir kişinin ne kadar sağlıklı kararlar alabileceği şüpheli tabii.
Norbert Elias, Ölmekte Olanların Yalnızlığı Üzerine metninde, modern insanın ölümle olan bağının nasıl çözüldüğünü anlatır. Ölüm artık kişisel değil, toplumsal değil; sadece teknik bir organizasyon. Hastaneler ölümün sahnesi; doktorlar onun koreografı; hasta ise yavaş yavaş katmanlardan aşağıya süzülen bir gölge.
İran’da en uzun süre yaşadığım şehirdir Tahran, bombardıman başladığında önce dostlarım, öğrencilerim geldi aklıma, derken sevdiğim mekanlar. Tahran, İsfahan ve Tebriz bombalanırken, bu şehirlerde tanıdığım insanlara ulaşmaya çalıştım. Çoğu, bombardıman altında da olsa şehirlerinde yaşamayı sürdürüyorlardı. İran halkı dış tehdit karşısında her zaman tek vücut olur. Nitekim, iç baskı gruplarının saldırılarına katlanamayarak ülkesini terk eden ve Amerikan üniversitelerinde akademik çalışmalarını sürdüren Abdülkerim Suruş, rejime yönelik rahatsızlıklarına rağmen İsrail saldırılarını protesto etti. Rejimden rahatsız pek çok aydının da benzeri açıklamalar yaptığını duyuyorum.