Hala Lenin’i, Stalin’i, Mao’yu sosyalizmin rehberi olarak görenler var. Ancak, çoksesliliği, çokrenkliliği, siyasi özgürlükleri, rekabeti, adaleti, eşitliği içeren yeni bir yönetim modeli arayışı da bitmeyecek gibi görünüyor. Bu nedenle sol var olacak. Neye benzeyeceğini bilmediğimiz bir sosyalizm ütopyası yaşayacak. Tabii sol var olduğu sürece sağ da var olacak…
Kahramanlığını, iyi subaylığını, o da yetmezse detay babında yüksek irtifa paraşütçülüğünü merkeze alan söylemler o kadar absürt bir noktaya kadar ilerletildi ki Levent Göktaş’ın gözaltı kararı sonrası kaçmasının ardından şunun bile denildiğini gördük: “Herhangi bir subaydan bahsetmiyoruz. Kaçma-kurtulma konusunda Amerika’da eğitim almış. Kaçar yani…” İşte tüm bu absürtlüklerden sonra firari Albay Levent Göktaş’ı semadan yere indirerek biz ölümlüler katında tartışılabilir hale getiren, emekli Korgeneral Pekin’in bir önceki yazıma da konu olan açıklamaları oldu.
Yahya Kemal’in el yazısıyla kâğıtlara döktüğü hatıraları, ölümünden 14 yıl sonra “Çocukluğum, Gençliğim, Siyâsî ve Edebî Hatıralarım” adıyla yayınlanır. Kapsamlı bir başlık taşıyan bu kitapta Kemal, hem özel hayatının kapılarını açarak bizi çocukluk ve gençlik yıllarına götürür hem de edebiyata ve siyasete dair fikirlerini bizimle paylaşır.
"Kavala komplolarla gayya kuyusuna atıldı ve beş yıldır da oradan çıkamıyor. Şimdi de bu gayya kuyusuna ilk kazmayı vurmuş olanlar, sıradan bir toplantıdan darbe toplantısı, Barkey’den CIA ajanı çıkaranlar hiç bundan mahcubiyet duymadan suçu başkalarına atmaya çalışıyor. Ulusalcılar ve iktidar destekçisi isimler altı yıl önce olduğu gibi yine paslaşıyor. Bu deli saçması komplo teorisinin ortasında Aslı Aydıntaşbaş’ın “Hayır, Karaköy Lokantası’nda Henri Barkey ile ben yemek yedim” demesinin Kavala’ya bir faydası olmazdı, en fazla Aydıntaşbaş’ın da başı ağrıtılırdı. Ama galiba bu haberlerin motivasyonu da buydu. Bir liberali daha günah keçicisi ilan etmenin verdiği büyük haz."
Felaketlerin gerçeklikle temas etme anları olduğu söylenebilir. Sanki bir yarık açıldı ve gerçeklik (bir an için de olsa) karşımızda belirdi. Bu muazzam bir toplumsal seferberliğe yol açtı. 17 Ağustos felaketi tıpkı bir flaş ışığı gibi gerçeklikle karşılaşılmasını sağladı. Felaketin yaşandığı gecenin sabahı siviller, acil kurtarma, yardımlaşma çalışmaları dışında koordinasyon gibi kamunun yapması gereken işlevleri de üstlenmek zorunda kalmışlardı. Fakat birinci haftanın sonunda devlet ‘bildiğini’ yapmaya başladı.