Bir kuşağın gelecek kuşaklara bırakacağı en ağır miras, -doğuştan- kambur, “utanç” olmalı. Öyle majör mirasların sayısız örneklerini “12 Eylül Utanç Müzeleri”nden, “Utanç Duvarı”ndan adıyla da hatırlıyorsun. İşaret direği gibi darağaçları da dikiyor oraya tarih, göresin diye. O dönemleri geride, o yüzyılda bırakmak benzerlerinden, belirtilerinden utanmaktan âzâde kılmıyor insanı. Atılan adımlar onlarla aranı “yüzyıl farkı”yla açmana yetmiyor. “Burun farkı” desem, bazı mevzularda eğreti durmayacak sanki.
Ataç’ın metinleri her zaman aforizmalar içerir ve keskin görüşleri buna elbette ki yatkınlık barındırır ama bu kitap sanki özellikle böyle gibi. Sadece belirlediğim aforizmalarından hareketle de yazabilirdim bu yazıyı (Günün birinde Ataç’ın aforizmaları diye ayrı bir derleme yapılsa yapılır). Mesela şöyle diyor: “Başka insanların aczini, cehlini kendi aczimiz, cehlimiz gibi duymadıkça, iddia ettiğimiz bütün üstünlükler boştur.” (s.186).
Zehirli ağacın meyveleri de zehirli olur hukuk kriteri gereği, bu saatten sonra da Ergenekon soruşturmalarındaki herhangi bir iddianın üzerine gitmek de hukuki ve adil değil. Çelebi, geleceğin Genelkurmay’ı olamadı ama kapatılmamasına üzüldüğü iktidar partisinin milletvekili oldu.
Erdoğan ile Yavaş’ın (onun gibi birinin) son turda karşılıklı kaldığı bir seçimi en fazla isteyenler muhakkak ki bugün Erdoğan’a cumhurbaşkanlığı sistemini teklif etmiş ve bürokrasi üzerinde tekel kurmaya meyletmiş olan iktidar ortaklarıdır. Düşünün… Hayati bir seçim var ve hangi aday kazanırsa kazansın aslında ‘siz’ kazanıyorsunuz! Dolayısıyla muhalefetin bir nebze (gerçek anlamda) basiret ve dirayeti varsa, yapması gereken şey bir an önce birlikte yönetme ilkelerinde, cumhurbaşkanı adayında ve cumhurbaşkanının yürütme kadrosunda anlaşmalarıdır.
Liz Truss’ın ekonomi programı uygulansaydı milyonlarca kişi emekli maaşını ve evini kaybedecekti. Peki milyonlarca kişinin emekli maaşını ve evini kaybetmesi İngiltere’nin zenginlerinin çok umurunda mıdır? Bu soru üç gün önce karşıma çıksaydı cevabım olumsuz olurdu, “değildir, niye olsun ki?” derdim. Ve şimdi görünen o ki, yanılırdım.