Bizim devletimiz, şefkati işçilerin kendisini eleştirdiği âna kadar süren ‘babacan’ işadamlarına benziyor. Çalışanlarını ‘baba gibi’ seven o işadamları, o âna kadar ‘baba’sına sadece saygı gösteren işçilerden biri çıkıp da biraz sonra sahte olduğunu anlayacağı ‘baba şefkati’ne güvenerek onu eleştirmeye kalktığında ne oluyorsa, Türkiye’de devlet-yurttaş ilişkisinde de o oluyor.
Bilhassa ikinci depremde her şeyin bittiğini düşünüyorum. Sarsıntı durur durmaz tekrar aşağıya yollanıyoruz. İnerken, komşumun kucağından taşımakta zorlandığı bebeğini alıyorum. Yaşlı bir teyze “Oğlum siz geçin, biz yaşadığımız kadar yaşadık hamdolsun, çoluk çocuğunuz var, siz kendinizi kurtarın” diyor. “Olur mu teyze?” diyorum “hep birlikte kurtulacağız inşallah!” İniyoruz.
Büyük bir deprem olursa kurtarma çalışması nasıl yapılacak hiçbir prova gerçekleştirilmemiş. Çok katlı apartmana yangın merdiveni yetişmiyor, açıkta kalan depremzede için bez çadırdan başka barınak ortalıkta görünmüyor. Hastane acil servisleri de yıkılıyor. Depremden kurtulan nerede barınacak? Türkiye teröre karşı güvenlik önlemlerini en üst seviyede tutarken, depreme karşı can güvenliği için hangi hazırlıkları planlamış bu hiç konuşulmamış.
Millet İttifakı’nı Mutabakat Metni’nin dış politika bölümü için kutlamak isterim. Bunu yayınlarken kamuoyunun baskısıyla değil de ülkenin geleceği için gerekli gördükleri yol haritasını kendi aralarında belirleyerek açıklamış olmaları özellikle kayda değer bir husustur. Son yıllarda içine girdiği karanlık ve çıkmazdan ülkeyi tamamen değilse de kısmen çıkartma potansiyeline sahip bu hedeflerin en azından bir kısmının gerçekleşeceğini ümit etmek hepimizin hakkıdır.