Gazeteci Umur Talu 2008’de şöyle bir soru sormuştu: “Milliyetçi, ulusalcı, Atatürkçü, Kemalist, cumhuriyetçi, artık her neyse, kendilerini bu sıfatlarla beyan edebilenlerin, tam da o kimliklerle anılan kişileri (de), kurumları (da) hedef alması nedir? Daha uzak geçmişin kimi olayına da böyle mi bakmalıyız?” (Sabah, 27 Ocak 2008). Ben de cevaben “Evet, tabii öyle bakmalıyız” diye cevaplamıştım Talu’yu. Fakat katledilen aydınların yakınlarının böyle bakmaları kolay değildi. Zaman lazımdı ve zamanı geldiğinde onlar da öyle bakabildiler.
Ada yaza hazırlanıyor. Yazlıkçıların birer ikişer gelişini izliyoruz. İstanbul’un keşmekeşinden kurtulduğumuz için kendimizi şanslı hissediyoruz. Ama Beyoğlu’nu da çok özlüyoruz. Adada yazlar heyecanlı geçer. Her an her yerde özlediğimiz bir yüz çıkar karşımıza. Kimi zaman kalabalıktan sokağa çıkamayız, kimi zaman kalabalıktan vapura binemeyiz.
Böyle sert bir hayatın içinde, Halim Ağabey’in insan biriktirmeyi hiç mi hiç ihmal etmemesi, insanı imrendiriyor. Onca zorluğa rağmen kendisini şiir, müzik, edebiyattan uzaklaştıracak hiçbir şeye boyun eğmemesi de öyle.
Herkesin zannettiği gibi Türkiye seçimlere hamasetin ve milliyetçiliğin tavan yaptığı bir savaş haliyle gitmeyebilir. Bu hamasetin zirve yaptığı 2017, 2018 ve 2019 seçimlerinden farklı olarak artık bunu kaldıracak bir ekonomi yok. Tam tersine iktidar seçimlere negatif değil, pozitif bir kampanyayla da gidebilir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, seçimlerde son kez aday olduğunu açıklayabilir, “yetkiyi son kez bana bana verin Türkiye’nin temel sorunlarını çözerek veda edeyim” diyebilir. Peki o sorunlardan biri Kürt meselesi olabilir mi?
Muhalefetin adayını yıpratacak hamlelerin sadece iktidardan geleceği varsayılıyor. Fakat aday belirsiz kaldıkça muhalefetin kendi içinde giderek hararet kazanan tartışmaları, potansiyel adayları iktidardan daha fazla hırpalar hale getiriyor. Muhalefette her bir adayı destekleyen çevreler var. Her çevre kendi adayını parlatmak için diğer iki adayı soluklaştırmaya çabalıyor.