Herkesin zannettiği gibi Türkiye seçimlere hamasetin ve milliyetçiliğin tavan yaptığı bir savaş haliyle gitmeyebilir. Bu hamasetin zirve yaptığı 2017, 2018 ve 2019 seçimlerinden farklı olarak artık bunu kaldıracak bir ekonomi yok. Tam tersine iktidar seçimlere negatif değil, pozitif bir kampanyayla da gidebilir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, seçimlerde son kez aday olduğunu açıklayabilir, “yetkiyi son kez bana bana verin Türkiye’nin temel sorunlarını çözerek veda edeyim” diyebilir. Peki o sorunlardan biri Kürt meselesi olabilir mi?
Muhalefetin adayını yıpratacak hamlelerin sadece iktidardan geleceği varsayılıyor. Fakat aday belirsiz kaldıkça muhalefetin kendi içinde giderek hararet kazanan tartışmaları, potansiyel adayları iktidardan daha fazla hırpalar hale getiriyor. Muhalefette her bir adayı destekleyen çevreler var. Her çevre kendi adayını parlatmak için diğer iki adayı soluklaştırmaya çabalıyor.
Emekli büyükelçi Yalım Eralp’in Serbest TV yayınındaki “Lozan, üç milin dışındaki adaları beğenelim ya da beğenmeyelim Yunanistan’a vermiştir” ifadeleri iktidara yakın medyada “CHP’li Eralp Adalar’ı Yunanistan’a verdi” başlıkları ile haber oldu. Konu hakkında fikri sorular Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Büyükelçi müsveddesi, terbiyesiz” ifadelerini kullandı. Eralp eleştirilere cevap verdi: “Ben tabii ki Türkiye’yi tutuyorum, tabii ki anlaşmaları tutuyorum."
6’lı masa ilk ortaya çıktığında olmaz diye bakanlar çoktu. Zaman geçtikçe daha anlamlı bir birlik oluşmaya başladı. Bu birlikteliğin oluşmasında CHP’nin ve Kılıçdaroğlu’nun katkıları inkar edilemez. Bu aynı zamanda onlara ciddi bir sorumluluk yüklüyor. Yeni bir Türkiye’nin inşası için, kafaların daha bir netleşmesi gerekiyor.
Dini gerçekten seven biri, maksadı eğer buysa bunun tam aksi sonuç veren, olumlu etki uyandırmayıp aksülamel yapan, yaklaştırmak yerine uzaklaştıran, ‘sevdiriniz, nefret ettirmeyiniz’ hadisindeki uyarının aksine ‘sevdirmeyip nefret ettiren’ bir üslubu, tutumu, davranışı niye sorgulamaz, niye ısrarla ve inatla devam ettirir?