Bülent Arınç’ın ‘kral çıplak’a kadarki AK Parti eleştirileri partinin kendince yanlış gördüğü politikalarına, pratiklerine dairdi. Bu, “partimin yanlışlarını eleştiriyorum ama doğruları yanlışlarından çok”a inanan bir siyasetçinin pozisyonuydu; dolayısıyla Arınç’ın aynı anda AK Parti’yi hem eleştirmesi hem ona destek istemesi arasında çelişki yoktu. Fakat ‘kral çıplak’ başka bir seviye; bu, Arınç’ın eleştiri silsilesinde niteliksel bir sıçramayı ifade ediyor ve bu eleştiriden sonra ‘çıplak kral’cılık hiçbir tevil kaldırmıyor. Arınç gibi birinin bunun böyle yorumlanacağını bilmemesi düşünülemez. Öyleyse neden yaptı bunu? Anlamak için belki de psikolojiye bakmak ve Arınç’ın “müdanasızlığını” şimdi “müdanasız ama yalnız kalmayı göze alacak kadar değil” diye tashih etmek gerekiyor.
“Sosyalist Güç Birliği” bünyesindeki bazı partilerin, ulusalcılığa hayli yaklaşmış gibi görünen mevcut ideolojik ve politik yapılanmaları, merkezinde HDP’nin olduğu geniş yelpazeli bir ittifakla ya da hareketle birlikte siyaset yapmalarını büyük ölçüde güçleştiriyor. Toplumsal algılarında farklı değerlendirmeler oluşmaması için de, “sınıf, emek, bağımsızlık, laiklik, sosyalist bağımsız odak olma” gibi kavramların “garantili şemsiyesi” altında, HDP ve onun oluşturacağı ittifaktan uzak duruyorlar.
Marin, dans ettiği anların kaydedildiğini bildiğini, ancak görüntülerin kamuoyuna servis edilmesinden dolayı üzgün olduğunu söyleyerek, “İnsanların boş zaman ve çalışma zamanının ayrılabileceğini anladığına inanıyorum” diye konuştu. Marin, geçtiğimiz günlerde de katıldığı festivalde giydiği göz alıcı payetli elbisesiyle gündeme gelmişti. Marin’in elbisesinin ikinci el ve yalnızca 8 euro olduğu belirtilmişti.
Oğuzhan Uğur’un “Mevzular: Açık Mikrofon” adlı programında HDP Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu’na yöneltilen sorular ve tepkiler, 10 yıl önceki bir toplantıda bir akademisyen tarafından bana yöneltilen bir soruyu tekrar hatırlattı ve anladım ki bu fasılda hiç mesafe kat edememişiz: “Vahap Coşkun’a sormak istiyorum. Arkanda bir Türk bayrağı var; sen o bayrağı öpebilir misin?..”
Devrim denen şey, aşikâr ki, Babil Kulesi yapmaya teşebbüs etmek gibi bir şey. Kimilerine göre işlenmemesi gereken bir günah, kimilerine göre ise kaprisli, fesat, hilekâr bir Rabbe karşı insan olanın kaçınamayacağı bir vazife. Bruegel’in Babil Kulesi tablosuna baktığında, onu artık anladığını düşünerek baktığında, Erdumlu’nun aklından acaba ne geçiyordu? “Hiç kalkışmamalıydık” mı, yoksa “şuradaki kat -kat değilse oda- bizim, onu biz yaptık, üstüne çıkarlar umarım” mı?