"İyi ya da kötü yaşamının hiçbir anından vazgeçmem. Eksiğiyle fazlasıyla beni ben yapan bunlardır. Hapishaneler, sürgünler, hücreler, sanatoryumlar, güzellikler, çirkinliklerle beni ben yapan şeyler. Pek çok insan tanıdım. Çoğunu sevdim. Hapishanede bana taban tabana zıt kimseler tanıdım, çok değerli yanlar taşıdıklarına tanık oldum. Siyasetin ne denli zor, amansız ve kaçınılmaz olduğunu anladım. Hayatımın asıl zenginliği, tanıdığım, düşüncelerini paylaştığım, paylaşmadığım, bir kere gördüğüm ya da sürekli göredurduğum insanlardır.”
Haydarpaşa, Sirkeci, Yenikapı, Söğütlüçeşme gibi düğüm noktaları şehirsel ölçekteki farklı önceliklerle ilişkili olarak geliştirilmedi, yani şehirselleştirilmedi ama bunun için hala geç değil. Bu önemli mekanların, anıt yapıların çok daha verimli bir şekilde şehirsel işlevlere katılabileceğine ve geliştirilebileceğine inanıyorum.
Sosyal medyada paylaşılan tepkilere bakılırsa, Harbiyeli öğrencilerin jilet gibi bir hiza-istikamet içinde dua ettiği bu görüntüler seyircilerin bir kısmında zafer, fetih ve şükür, bir kısmında ise yenilgi veya en azından bir şaşkınlık duygusu yaratmışa benziyor. Bana ise II. Abdülhamit dönemi Harbiyesinde okul idaresince zorla namaza götürülen, iki on yıl sonra ise Cumhuriyeti kuran Harbiyelileri hatırlattı bu görüntüler.
Dün (4 Eylül) Şili’de halk sandığa gitti ve 2 senelik bir emeğin ürünü olan 388 maddelik anayasa taslağını oyladı. Halkın %60’ı ülke tarihinin en ilerici anayasası olarak kabul edilen metni reddetti. Solcu bir meclisin hazırladığı anayasa, ülkedeki muhafazakârların, liberallerin, milliyetçilerin onayını alamadı. Tavizsiz idealizm, maksimalist tutum, uzlaşıyı engelleyen net kırmızı çizgiler yine hüsranla sonuçlandı, halkın okumadığı metin karşılık bulamadı. Şili’de yaşanan bu süreç Türkiye’yi yakından ilgilendiriyor. 2017 Anayasa referandumunda Türkiye’deki “Hayır” cephesi, 1988 Şili referandumundaki Pinochet muhalifi “Hayır” kampanyasını örnek almıştı. Sanırım bugün de Türkiye’nin yeni ve demokratik bir anayasa için hem 1988 hem 2022 Şili referandumundan dersler çıkarması gerekiyor.
Mülteciler ülkelerine zorla gönderilemeyeceğine göre, kendi iradeleriyle geri dönmek isteyebileceklerin sayısının da pek küçük olması nedeniyle kamuoyunun bu gerçeğe alıştırılması gerekiyor. Ne yazık ki bizde halka acı reçete vermek yerine popülist söylemlerle uyutmaya çalışmak ezelden beri siyasilerimizin tercih ettiği yol olmuştur. Ancak mantıkları siyasi tartışmalar tarafından köreltilmemiş yorumcular en azından mültecilerin geri dönüş hedefinin gerçekçi olmadığını, onları ülkemize entegre etmenin yollarını araştırmanın zamanının geldiğini hatırlatmalıdır.