Bir zamanlar evlerin balkonları, “hayat”a çıkma teklifi yapardı. “Gel otur, gel bi bak” derdi insana… Cürmüne göre yemek odası olurdu ahalisine, mevsimine göre oturma odası, sıcak yaz gecelerinde bir şilte… Akşamcının rakı sofrasıydı kimi evlerde. Üstünde kravatı-gömleği, altında pijamasıyla Mahir Amca elinde kadeh balkona çıktığında, saatini ayarlardın.
Hayatta kalmak için karnını doyurmak ve barınmaktan başka hiçbir gayesi olmayan, toplu taşıma araçlarına binmesiyle ünlenen ve kendi halinde bırakılsa belki de kavuştuğu ünü bir süre sonra yitirecek olan Boji’ye kurulan kumpas, bir sokak köpeğinden Koç ailesinin yeni üyesini çıkarmış oldu. Böylelikle Boji artık toplu taşıma araçlarında seyahat edemeyecek olsa da özel jetle uluslararası seyahat etme imkânına kavuşmuş oldu. Boji teorisi işte tam da bu; yok etmek için haksızca ve hile ile yapılan hamlenin ters tepmesi.
Geçen haftaki tarikat ve cemaat yurtları tartışmasının sonucu şöyle oldu: Muhalefetle diyalog kurmaya çalışan endişeli muhafazakarlar yaptıkları küçük kaçamaktan hayal kırıklığına uğrayarak evlerine dönerken, meydan ise “Bunların hakkından Reis geliyor”, “Reis bunlara az bile yapıyor”culara kaldı.
İster doğrudan devletin baskı mekanizmalarında veya bürokraside çalışsın, ister üniversite ve medya gibi resmî ideolojiyi üreten ve pekiştiren kurumlarda, egemenlere hizmet verenlerin işe yaramaları için biraz da olsa kafalarının çalışıyor olması gerekir diye düşünüyorum hâlâ. Oysa Türkiye’ye bakarsak, hayır, gerekmiyor.
Kazakistan, Nur Sultan Nazarbeyev’in tek adam yönetimi altında insan haklarının ihlal edildiği, geniş çaplı yolsuzlukların olduğu, halkın her açıdan ezildiği bir ülkeydi. Bunlardan hiç söz etmeden Kazak yönetimine destek sunulması, on yıl önce benzer gösterilerin yapıldığı Suriye’ye bu nedenlerle müdahale edilmesi gerektiğini va’z eden Türkiye dış politikasının yaklaşımıyla taban tabana çelişkili bir durum arz ediyor.