Savaşın sesi, uzaktan hoş geliyor nedense. Ölüm, bizim çocuğumuzu yakalamadığı sürece, hamasetin en ağır dozunu kullanmak; savaştan, fedadan, ‘bir ölüp bin doğmaktan’ söz etmek zor değil. Ama onsekizinde yahut yirmisinde bir gencin yerine koyalım kendimizi; bir de onun babasının yerine...
“Nasıl oluyor da en üstün ve doğru din olan İslamiyete biz sahipken, Hristiyan Batı bizi her alanda geçebiliyor?” Bu soru halen Muhafazakar-Milliyetçi anlam dünyasının temel sorunsalını oluşturuyor. (…) Sadece İslam değil Türklük de ‘bizdeydi’ ama yine de Batı’nın kültürel ve fikri hegemonyası karşısında acizdik…
Bu noktada kendime şunu soruyorum: Bir yurttaş olarak, Anayasa Mahkemesi’nin veya diğer mahkemelerin kararları için veya genel olarak yasalar için “onları dinlemiyorum” diyebilir miyim? İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nin “Kararı uygulamıyorum” diyen hakimlerinin hesap vereceği bir kurum yok mu? Var. Onların tayin, terfi ve sicillerini belirleyen Hakimler ve Savcılar Kurulu (HSK) var.
Ayrıca, Macron’a İslam ile ilgili sözleri için açıkça deli diyen Türkiye, her fırsatta İslamcı terörizm tabirini kullanan, Müslümanların ülkeye girişini yasaklamaya çalışmış, İsrail’in başkentini Kudüs olarak tanımış, Arap ülkeleriyle arasını yapmış, ABD tarihinin en İslamofobik, en pro-İsrail başkanının ülke menfaatleri gereği yeniden seçilmesini savunuyor.
Başrolde Riley var gibi görünse de hikâye onun zihnindeki karakterler etrafında dönüyor. Bu karakterler; Neşe, Üzüntü, Korku, Tiksinti ve Öfke adındaki asıl kahramanlar. Hepsini tanıyoruz değil mi? Ve Riley’in bütün davranışlarına onlar karar veriyor, garibim de zannediyor ki ben yaptım.