Bazı kelimeler ve cümleler başka dillere kolayca çevrilemiyor ve ‘Bir Başkadır’ tek kelimeyle ancak bu kadar güzel çevrilebilirmiş İngilizceye (‘Ethos’). Bu tercihle Berkun Oya bu diziyle ne yapmak istemektedir kısaca anlatmış oluyor. Otur kardeşim diyor, sana biraz ahlakımızdan, geleneğimizden ve insanımızdan bahsedeyim.
Canavar’ın adaya gelişi küçük çaplı bir “felaket” etkisine sebep olur. Adadaki hayatı, o korkuya ortak olan bütün karakterleri adeta saydamlaştırır. Huzursuzluk ve korku büyüdükçe içlerindeki yüzleşmek istemedikleri öfke, kin, birbilerine dönük husumetleri ve hayvani dürtüleri teker teker gün yüzüne çıkar.
“Sezonun daha başları, yazdan kalma bir sonbahar günü, limon gibi bir hava var. Maçımız Denizli ile. (…) Bağırış çağırışlar, birbirine takılmalar, yer bulma tartışmaları, arada küçükten gerginlikler, folklor gösterileri derken başlama anı yaklaşıyor. Meşin yuvarlağın dönmesine az bir süre kala, şal û şapik giymiş baş amigomuz koltuklarına aldığı iki horozla orta sahaya doğru ilerliyor. Malum, Denizli’nin amblemi horoz; bakalım günün sürprizi ne getirecek!”
Berktay eleştiri olarak Osmanlı’da o dönem görünen davranış kalıplarının Batılı ülkelerde de olduğunu söylüyor. Tarihle ilgili herhangi bir meraklı ve düzgün okuyucunun haliyle bildiği basmakalıp bir tespit. Ben Osmanlı’da olan başkalarında yok demiyorum ki… Beş yüz yıl önce Osmanlı’da olan nasıl bizde hala değişmeden var oluyor diye soruyorum.
En iyi uçurtmayı o yapıyormuş mahallede. Belki “uçurtmaların rüzgârın gücüyle değil, rüzgâra karşı koyduğu için uçtuğunu” iyi bildiğinden. Gökyüzüne, Dalgacı Mahmut’un her sabah kalkıp yeniden boyadığı o maviye ulaşmak için çırpınan uçurtmalar…