1991 yılının Kasım ayında Boğaziçi Üniversitesi’nde bir öğrenci iken, o zaman hangi motivasyonla aldığımı dahi hatırlamadığım, ama asla pişman da olmadığım bir kararla Malezya’ya...
Nahide Opuz, kendisine ve ailesine şiddet uygulayan, tehdit eden kocasını devlet makamlarına tam 36 kez şikâyet etmesine rağmen onu koruyamayan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne karşı...
Türkiye’nin daha fazla ‘bizim’ olması, yıllarca eksikliğinden şikayet edilmiş demokrasinin, ifade hürriyetinin büyük boşluğunu doldurabilecek mi?
Başkasının baskılanmasından, kısıtlanmasından elde edecek kazanımların kimseye hayrı dokunur mu? Demokrasinin, adaletin, ekonominin gerilediği bir ülkede, İslami, yerli, milli kazanımların ömrü ne kadar olur, karşı tarafta bir rövanş duygusu yaratmaz mı?
Evet, bazı terim-kavramlar az çok Avrupa-merkezci, Avrupa’ya özgü bir içeriğe sahiptir. Çünkü Avrupa’nın modernite ile birlikte diğer geleneksel toplumlar ve kültür daireleri üzerinde yükselişiyle zamandaş ve içiçe olarak, gene öncelikle Avrupa’da gerçekleşen bilgi süreçlerinin ürünüdür. Asıl sorun da budur; sonuçlara/ürünlere gelmeden önce, onları doğuran bilgi süreçlerinin Avrupa-merkezci karakteridir.
AK Parti, kapsayıcılıktan uzaklaştıkça, dışlayıcılığının tonu yükseldikçe, daralan bir mahalleye yöneldikçe, tevil götürmez işlere daha fazla imza attıkça, aralarında muhafazakâr kesimin önemli isimlerinin de bulunduğu mensuplarının bir kısmını “otoriter bir klan İslamcılığını” savunmaya mecbur ediyor.