Kürtler açısından çok kritik bir döneme girildi. Rojava’ya destek eylemlilikleri genel destek bulamıyor, cılız kalıyor. PKK de Türkiye Kürt Siyasi Hareketi de “Öcalan’la görüşelim” dışında çözüm üretemiyor, söylem geliştiremiyor. Öcalan’ın mevcut şartlarda yol açıcılık anlamında ne söyleyebileceğini görmek de zor. Öcalan’ın eli 2010-2015 dönemine göre daha zayıf. Devlet de bunu biliyor. Suriye’de ortaya çıkan imkânlarla Rojava’yı da yok edebilirse, bu elin daha da zayıflayacağını ve çözüm ve barış şartlarının kendi anlayışına çok daha yakın olacağını hesaplıyor.
Aralık ayının “Özel, Önemli Günler” listesi uzun. Ayın 22 günü “önemli”. Hatta 5 Aralık’ta beş ayrı özel gün var. Kimi tarihi, mücadelesiyle “bayram” kıymetinde, kimi keyfe keder “seyran”. Zamanla çoğalıyor, mânâsı, önemi, hatta adı bile değişiyor. Belki de 12-18 Aralık’ta bence biraz gıyabında kutlanan, zaten yıllar önce adı da değiştirilen “Yerli Malı Haftası” misali “günün mânâ ve ehemmiyeti”ni tükettik, yerine deli gibi tüketeceğimiz yenileri geldi. Önemli günler de bazen “ham maddelerin” işlendiği, “kullanılacak duruma getirildiği” bir tür “sanayi” nasıl olsa. “Tüketim malları sanayii”nde de yeri ayrı.
Dedeme şu soruyu sordum: “Allah neden Afrika’daki insanları beslemiyor, bu olan olayların sorumlusu O değil mi?”. Dedem merhamet dolu bir bakış atıp: “Allah değil biz suçluyuz. Biz zekât versek öyle mi olacak?” Bu cevap beni tatmin etmedi: “İyi de zekât Müslümanlara farz, Müslümanlar mı suçlu yani” dedim”. Cevabı bu yazıya beni iten şeylerden biridir: “Zekât dini bir emirden ibaret değil. Zekât bir ahlaki yükümlülük. Her insan dinsiz bile olsa ihtiyacı olana vermeli.” Dedem haklı olabilir mi? Gelin çağımızın en önemli etikçilerinden biri ile beraber düşünelim.
Bir insan yanı başında her gün binlerce insan gazla öldürülüp fırınlarda yakılırken bahçesindeki narin yapraklı rengarenk çiçekleri sulamaya nasıl devam edebilir ve nasıl olur da kamp komutanı kocası kan bulaşmış çizmeleriyle “mesai”den döndüğünde ona sevinçle sarılabilir?
13 senelik kanlı bir mücadelenin ardından Suriyeliler, sopayı Esad’ın elinden aldı. Artık sopanın el değiştirmesi değil, kırılması gerekiyor. Bunun içinse kapsayıcı bir anayasa yapım süreci ve herkesin dahil olduğu bir demokrasiye geçiş dönemi şart. Sanılanın aksine Suriyeliler bu kavramlara pek yabancı değil. Çok uzun bir süredir solcusu, liberali, seküleri, İslamcısı, komünistiyle bu değerler için mücadele ediyorlar. 2000 yılındaki Şam Baharı’ndan bugüne uzanan bu demokrasi mücadelesi karşısında, harita önündeki “büyük resim” analizlerinde kullanılan o çubukları artık bir kenara koymak gerekiyor.