Türkiye’nin Ukrayna savaşının seyri üzerindeki en büyük etkisi 1936 Montreux Sözleşmesine dayanarak savaşın ilk günlerinden itibaren Boğazları savaş gemilerine kapatmak oldu. Bundan en büyük zararı Rus donanması gördü. Savaşın ilk dönemlerinden itibaren Ukrayna Karadeniz’deki Rus donanmasının belli başlı gemilerini batırma maharetini gösterdi. Rusya 28 ayrı defa, Boğazlardan savaş gemisi geçirmek için müracaatta bulunmuş, ancak talepleri her seferinde geri çevrilmiştir. Putin’in bunu unuttuğunu düşünmek herhalde iyice saf olmayı gerektirecektir. Rusya savaşı kazanırsa Montreux’nun değiştirilmesini isteyeceğini düşünüyorum. Bunun için de Sözleşmeye göre beş yılda bir ortaya çıkan fırsat bir dahaki sefere 2026 ilkbaharında gelecektir.
Avrupa’lı aşırı sağcılar Trump ve yardımcılarının kendilerini desteklemesinden memnunlar. Şunu anlamıyorlar. ABD yönetiminin kendilerini desteklemesi Avrupa Birliği’ni bölmek arzusundan geliyor. Trump yönetimi Avrupa’nın bir blok halinde olmasını istemiyor. Devletleri tek tek zorlaması daha kolay. Onun için aşırı sağcıları destekliyor. Onları entelektüel partner olarak görmesinden değil.
Bizim özgürlük ve hak tartışmamızın öznesini (öznelerini) kendi özgürlük alanlarını daraltmadığı halde başkalarının özgürlük alanını genişleten adımlara ölümüne bir sertlikle karşı çıkan siyaset grupları oluşturuyor. Kendi mutluluğu azalmayacak, fakat bu arada -kendisine benzemeyen- başkalarının mutluluğu çoğalacak… İşte bizim patolojimiz bu: Kendi mutluluğundan duyduğu tatminin daha fazlasını başkalarının mutsuzluğundan duyacak hale gelmiş olmak.
Tanrının aşağı yukarı bir ve belli olduğu geleneksel toplumlardaki anlamıyla imansızlık pek mümkün olmazdı. Günümüzde ise Tanrının ne olduğu konusundaki tanımlar insan özgürlüğü ile parçalanıp çoğaldığı için farklı Tanrıların müminleri diğerlerine imansız olarak görünürler. Dinin insanlar adedince alımlandığı dinde Tanrı herkesin fehmine göre yeniden göndere çekilir. Tanrı insanı ayakta tutan iyiliklerin toplanıp göndere çekilmesinden ibarettir.
Trump ve Musk’ın AfD’ye desteği, Almanya-ABD ilişkilerinde şimdiden bir gerilim noktası yarattı, seçim sonrası AfD’nin alacağı oy oranına bağlı olarak Trump, Berlin’e baskı yapabilir ve AfD’nin koalisyon görüşmelerinden dışlanmasını eleştirebilir. Seçimlerden birinci parti olarak çıkması muhtemel görülen CDU/CSU’nun adayı Friedrich Merz’in başbakan olması durumunda, Türkiye’ye yönelik daha pragmatik ve çıkar odaklı bir politika benimsemesini bekleyebiliriz. Bu doğrultuda, insan hakları ve hukukun üstünlüğü gibi konuların yalnızca Alman vatandaşlarını doğrudan ilgilendirdiği ölçüde gündeme getirileceği tahmin edilebilir.