Sınırlarımızdan girdiği andan itibaren her konu Türkiye’deki kutuplaşmanın karadeliğine düşmekten kaçamaz. Suriye’nin Arap Alevi nüfusunun yaşadığı Lazkiye ve Tartus’ta 6-8 Mart tarihleri arasında yaşananlar da öyle oldu. Böyle kutuplaşmış ortamlarda gerçek öksüzdür. Hikayeleri çarpıtmak, abartmak, saklamak ise ayıp olarak görülmez. Tam tersine doğruya sadakat davaya sadakatsizlik olarak görülür. Ama bu kez sadece Suriye için değil, Türkiye için de tehlikeli sonuçları olabilecek bir mesele var karşımızda.
AB ile ilişkilerimizin durumu malum. Diyalog göçmen sorunuyla sınırlı. Ancak yeni bir kapı açıldığı da belli. Avrupa’nın bize ihtiyaç duyduğu ortada. Ancak yıllardan beri birikmiş muazzam bir karşılıklı güvensizlik var. Bunu aşmak için bizim de bazı adımlar atmamız gerekiyor. 17-18 Mart’ta Cenevre’de yapılacak Kıbrıs görüşmelerinde terk ettiğimiz BM parametrelerine dönmeye açık olmamız iyi bir işaret olur.
İlkokuldaydım. Herhalde ikinci veya üçüncü sınıfta, ilk 10 Kasım kompozisyonumu yazıyordum. İlk olmuş olması gerektiğini, bu işin usul ve âdâbı hakkındaki, şimdi anlatacağım cehaletimden çıkarsıyorum. Annem baktı ve Atatürk’ten böyle küçük harf “o”yla değil büyük harfle, “O” (O’nu, O’na, O’nda, O’ndan) diye söz edilir dedi. Neden dedim. Çok büyük işler yaptığı için dedi. Oturup düzelttim hepsini. Siyaset kültürümüze ilişkin bir dersti (aynı 1950’lerde, hele babam hapiste ve sürgündeyken, okulda sosyalizmden, sosyalistliğimizden asla söz etmeme tenbihleriyle birlikte). Hiç unutmadım.
Ülkemizde paket programlar genelde yanlış kullanıldı ve son örnek de bunun ispatı oldu. Paket programlarla yapılan model ve analizler değişmez gerçeklik zannedilip denetimsiz kaldı. Ne modellediğinden ve ne hesapladığından haberi olmayan kişiler mühendislik yaptıklarını zannetti. Modeli ve sonuçları, girdileri ve çıktıları nasıl denetleyeceğini bilmeyen kişiler ise bunlara onay verdi.
Necip Fazıl’ın Erbakan’ın yanında olması, Hüseyn Hilmi Işık’ı kızdırır ve gazetesinde “Erbakan’ı ve Necip Fazıl’ı kumar masasında fahişelerin arasında gösteren” bir karikatür yayınlatmaya kadar ileri gider. Polemik üstadı Necip Fazıl da, Büyük Doğu dergisinde onları yerin dibine sokan yazılar yazar. Aynı şeyhin iki müridi birbirinin can düşmanıdır artık. Her ikisi de Şeyh Abdülhakim Arvâsî’nin gerçek temsilcisi olduğunu iddia eder.