Milyonlarca Kürt şunu diyor: Biz Kürdüz, Türkiye bizim vatanımız. Zorla bize Türk dedirtemezsiniz. Bu ülkenin sahibi biziz, daha dün gelip Türklük etiketinin arkasına saklanıp bize Türklük dersi vermeye kalkanlar değil. Sizin ırkçı milliyetçiliğiniz haram, bizim fıtri Kürtlüğümüz ise helaldir. Bize muhatap, vatandaş ve kardeş olmaya hak kazanabilmeniz için istiğfar edip ırkçılığınızı terketmeniz gerekiyor.
Emperyalist güçler tarafından parçalanma ve bölünme korkusu Türkiye’de sürekli diri tutuldu.
Şimdiye kadar iktidar olmuş tüm sağ ve sol partiler ile "sivil toplum" adı altındaki devlet destekli birçok yapı, bu korkunun canlı kalmasına katkı sundular. PKK’nin şiddete başvurması ve bu sürecin 40 yıla yayılması ise korkuyu adeta toplumsal hafızaya kazıdı. Bu, kolay kolay sönümlenecek bir duygu değil. Bu korkuyu asgari düzeye indirmenin yolu; samimi, sahici ve sabırlı bir duruş sergilemekten geçiyor. Kürtlerin kazanımıyla birlikte, Türkiye’nin daha fazla hak ve özgürlüğe kavuşması; aynı zamanda Türklerin de bu ülkede daha güçlü ve güvenli olmasını sağlayacaktır.
Dr Karl, Avustralya’da yaşayan, doğuştan Polonya kökenli ama hayatını Avustralya’ya adamış bir bilim insanı, yazar, televizyoncu, radyo programcısı, eğitimci… “Rönesans Adamı” derken abartmıyorum; çünkü bu unvanı hak etmek için gerekli olan niteliklerin tamamına sahip. Ve bu nitelikler, sahtecilikle değil, doğrudan yıllarca süren gerçek eğitim ve merakla kazanılmış.
E-devlet portalında adınıza tanımlı e-imzaları görebileceğiniz bir alan var. Bu çok değerli. Aynı banka hesapları ya da sim kartlar gibi. Ama bu kontrolleri vatandaş olarak biz düzenli yapmadıkça yine açık veriyoruz. Burada mesele yalnızca teknoloji değil; aynı zamanda sistemin mantığı, kime ne kadar güvendiğimiz ve hangi “mühürlerin” kimin cebinde olduğudur.
Bugün koyu milliyetçi olarak andığımız Ömer Seyfettin bir zamanların -hadi liberal demeyelim!- önde gelen özgürlükçülerindendir. Olgunluk döneminde Serbest Fikir’de yazar. Her türlü baskıya karşı düşünce özgürlüğünü ve serbestliği savunur. Denebilir ki millilik ancak ve sadece özgürlükle ve serbestlikle kendini bulabilir, o nedenle her türlü baskının, sınırlamanın ve sansürün kendisi bizatihi gayri-millidir, toplumun gerçek anlamda kendini bulabilmesinin, kendini sevebilmesinin ve kendine gelebilmesinin önündeki en büyük engel, baskı ve otoriterliktir.