Aslında solcular açısından da benzer bir durum söz konusu. Sol da Adnan Menderes ve iki arkadaşının idamını göğüslerini gere gere eleştiremiyor. “Ama onların da yaptıklarını unutmamak gerekir” diyerek, darbecileri haklı gören gerekçeler ima etmekten geri durmuyor. Mendereslerin idamının üzerinden 60, Denizlerin idamının üzerinden 50 yıl geçti. Bunca zamana rağmen bu idamların acısını silip atmamız mümkün değil. Her ikisi de hukuksuz ve intikamcı kararlardı.
“Aldığımız karara halkın nasıl tepki göstereceğini bilseydik dahi, bugün verdiğimiz kararda en ufak bir değişiklik olmazdı. Biz sadece işimizi yapıyoruz ve kanunları uyguluyoruz…” Bu sözler Politico haber sitesinin dün (2 Mayıs) sızdırdığı, ABD Yüksek Mahkemesi’nin federal düzeyde kürtaj hakkını koruyan içtihadından geri döndüğünü ilan ettiği karar taslağında geçiyor.
Bizim koğuşa geldiklerinde Deniz benim yatağa uzandı, ayaklarını da yukarıdaki ranzaya bağlı salıncak gibi sallanan ipe taktı. “Oral ne diyorsun, Cumhurbaşkanı Sunay bizim cezayı onaylar mı?” Ben her zamanki iyimserliğimle asılacaklarına ihtimal vermiyordum, “Hayır onaylayamaz. Bütün dünya idama karşı, cesaret edemez” diye cevapladım. O ise “Asacaklar bizi” diyordu.
Kavala Davası, Türkiye’de yargının mevcut konumunu gösteren sembol bir davaya dönüştü. Ne yazık ki Türkiye’de yargı, büyük bir oranda, yürütmeyi denetleyen bir organ olma vasfını yitirdi, yürütmenin yardımcı gücü rolüne büründü. Bugün mahkemelerden beklenen, her daim iktidarın arkasında durması ve iktidarın tercihlerini bir hukuki karar kalıbına sokup halka dayatmasıdır. Türkiye’de suç mevzuattan kopartıldı. Artık önemli olan bir kişinin gerçekte suçlu olup olmadığı değil, o kişinin suçlu olarak gösterilmesine iktidarın ihtiyaç duyup duymaması...
Klondike, her an sınır hattında ilerleyen bir film. İki hal arasında kalmış olmaktan kaynaklı gerilim filmin tam da duygu olarak konumlandığı yer. Bu sınır durumlarında en temel salınımlar tabii ki ölüm ile hayat arasında.