er iktidar, kendi ulusal çıkarlarını savunan bir dış siyaset izleme iddiasındadır. Muhalefet de eleştirilerini dillendirir. Tabii dış politikada muhalefet iç politikadakinden daha zordur. İktidar, “Milli menfaatler böyle gerektiriyor” dediği anda, çoğu zaman, psikolojik üstünlük sağlar. Türkiye’nin bölgede zorlandığı, dış politikanın tartışıldığı bir süreçteyiz uzun süredir.
Merkel, Alman siyasetini değiştirdi ama en çok da partisi Hristiyan Demokratları değiştirdi. Siyasetin merkezinin restorasyonu, Merkel’in siyaseten mirasının belki de en önemli kısmı.
Bizi de yakından ilgilendiriyor. CDU’nun hikayesi, 2001’de kurulurken kendisine “Müslüman Demokrat” dememek için “Muhafazakar Demokrat” diyen AK Parti’nin hikayesine çok benziyor.
Bahçeli (Devlet) sınırları çiziyor, Erdoğan ise o sınırlar dahilinde yönetiyor. Ancak bu tespit gerçekliği sadece kalın hatlarıyla yansıtıyor. Aslında Devlet ilişkinin dinamiğine, içinden geçilen konjonktüre bağlı olarak sınır çizmeye ‘çalışıyor’; Erdoğan da ilişkinin dinamiği ve konjonktüre göre buna uyan ya da uymayan kararlar almaya ‘çalışıyor’. Ortaya çıkan sonuç ise herkesin niyetinden bir miktar farklı olabiliyor.
7 milyonu da aştık ve dünyada 6. sıradayız. Dünyanın en güçlü, en kalabalık nüfuslu ülkeleriyle yarışıyoruz. Türke mahsus bir tevazuyla susarken, aslında lider ülke olma yolunda devâsâ başarılara imza atıyoruz. Yeni ve âdil bir dünya düzeninde yerimizi şimdiden, bileğimizin hakkıyla alıyoruz.
Zihniyet yenilenmesi ve demokratik rejimin inşası, hiçbir siyasi kimliğin tek başına başarabileceği iş değil. Sadece seçim aritmetiği; güç yetirebilme meselesi olarak da düşünemeyiz; böyle bir sürecin, doğası gereği çoğulcu, müzakereci, uzlaşıcı yöntemlerle ilerlemesi gerekiyor.