Günün sonunda Taksim gibi ülkenin kalbi olan bir yere, bir mimari yarışma açarak, ölçerek, biçerek değil, neredeyse hayırsever bir işadamının köyüne cami yaptırmasıyla aynı yöntemle bir inşaat şirketinin hayır ve hasenatı olarak bir cami yapıldı. Meydanı ezen, karşısındaki tarihi kiliseye meydan okuyan, Taksim’in simgesi olan mütevazi anıtın, karşısında kibrit kutusu gibi kaldığı haşmetli bir eser ortaya çıktı.
Suriye’deki seçimlerle ilgili haberlerde sözcüklerin sayısından daha çok yalan var. Öncelikle "Suriye" diye bir ülke yok artık. Suriye halkı ya da Suriye toplumu diye bir şey de kalmadı. 2011’de halk ayaklanması başladığında Suriyelilerin ezici çoğunluğu rejimi değiştirmek istemişti, 2016’ya vardığımızda rejim halkı değiştirmeyi başardı. Esed’in "rakipleri" bile Suriye’den "Suriye el-Esed" (Esed Suriyesi) diye bahsetmekten çekinmiyor.
Filistinli kadın direnişin taşıyıcısı, direnişin sembolü. Bu bir seçim değil bir zorunluluk. Kimi zaman şarkılarla, ezgilerle, kimi zaman sanatla, grafitiyle, kimi zaman sosyal medyadan verdikleri mesajla mücadelenin kalbinden ses veriyorlar; “Filistin vatanımız, hiçbir yere gitmiyoruz.”
Sanırım bunu artık “konuşmamak” değil “konuşamamak” olarak tanımlamak gerekir. Daha açık bir ifadeyle, mevcut şartlar karşısında susmak, iktidarın bilinçli bir seçimini ya da incelikli stratejisinin bir parçasını yansıtmıyor. Aksine yakın zamanda ne olabileceğini tahmin edemediğinden iktidar konuşamıyor ve mecburen susuyor.
Çok cinayet işlendi. İki toplumu düşmanlaştırmak için çok provokasyon gerçekleştirildi. Kıbrıslılarla samimi bir ortam içinde konuştuğunuzda bu acı olayları size anlatırlar. Öldürülen iki gazeteci de Kıbrıs’ta birliği, iki toplum arasında barışı savundukları, haberleriyle provokasyonları teşhir ettikleri için Ankara’nın Kıbrıs Büyükelçisi ile Kıbrıs’taki Özel Harpçilerin hedefi haline gelmişlerdi.